29 Ocak 2009 Perşembe

AFRİKKİYE

İlk adı Afrikiyye olan Tunus;Kuzey Afrika da yer alan bir Akdeniz ülkesidir. Batıda Cezayir, güneydoğuda Libya, doğuda ve kuzeyde Akdeniz ile çevrilidir. Akdeniz bölgesinin orta kesiminde, karşısında bulunduğu İtalya Yarımadası ve Sicilya 140 km uzaklıkta bulunması, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında bağlantıyı kolaylaştırır.
Tunus 3000 yıllık tarihiyle, ünlü birçok otelin varlığıyla, golf sahaları, dalış merkezleri ve kumarhaneleriyle, güneşi, denizi, kumu ve tarihiyle ilgi merkezi haline dönüşmüş durumda. Fotoğraf çekmeyi seven biri olarakta, beyaz boyalı mavi kapı ve pencereli evleri ilgimi çekti.
Yerli halk olan Berberîler Arapların karışımından oluşan nüfusunun yanı sıra, deniz yoluyla gelen çeşitli etnik topluluklar ülkeye yerleşmiş durumda. Bağımsızlıktan sonra Fransızların sayısı da giderek azalmış. Ayrıca Osmanlı döneminden kalma Türk asıllı ailelerde bulunmakta. Tunusun asıl yerlileri olan berberiler Araplara göre yüz kemikleri daha belirgin, daha esmer tenli ve daha uzun boylu olan bu insanlar, özgünlüklerini ve özellikle özgürlüklerini inatla korumuşlar ve bu uğurda Kartaca, Roma, Bizans, hatta Osmanlı beylerine karşı direnmeleriyle tarihe geçmişlerdir.
Tunus’un coğrafi konumu yüzünden M.Ö. 1000 yılından itibaren Fenikeliler, Tunus'ta ticaretle başlayıp yerleşmeyle son bulan burada süreçte Kartaca Cumhuriyetini kurdular. Daha sonra batıdan gelen Vandallar ve daha sonra Bizanslıların hâkimiyeti altına geçti. Tunus'a ilk Müslümanların ulaşması 670 yılına rastlar. Akdeniz' i bir Türk gölü haline getiren Barbaros Hayrettin Paşa ve Oruç Reis tarafından 1574'de Osmanlı topraklarına bağlanır. 1881 yılında Fransızlar tarafından işgal edilene kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun bir eyaleti olarak 307 yıl Osmanlı idaresinde kalır. 20 Mart’ta 1956’da bağımsızlığına kavuşur..
Tunus’un tarihinde ve bağımsızlığında etkin rol aldığımızı öğrenmek beni inanılmaz şekilde mutlu etti. Tunus'un ilk Devlet Başkanı ve 1956 yılında Fransızlardan bağımsızlığını kazandırmış olan Habib Burgiba’nın Atatürk'ü ve devrimlerini örnek alarak ve özellikle laiklik ve kadın hakları konusundaki düşüncelerinden yola çıkarak laik cumhuriyeti kurmuş olduğunu öğrenmek, bir Türk ve Atatürk sever olarak beni çok sevindirip onurlandırdı. Günümüzde bazıları bize Atatürk ilkelerini unutmaya ve unutturmaya çalışırken. Bizden çok uzak topraklarda Atatürk’ün düşünceleriyle bir ülke inşa edilmiş olması Onun kıymetini bilmeyenlere cevap olur umarım.
"O, güçleri birleştirmeyi, kırılmış cesaretleri yükseltmeyi bilmiş ve talihi zorlayarak, ülkenin milli bütünlüğünü tekrar kurmuş ve memleketinin bağımsızlık ve egemenliğini kazanmasını başarmıştır. Atatürk böylece, ölümü esirliğe tercih eden bir ulusun neler yapabileceğini hayretler içinde bulunan dünyaya göstermiştir. Bu örnek unutulmayacaktır."Bu sözler Habib Burgiba’nın Atatürk’ün ölümünden sonra söylediği sözlerdir.

Tunusun Bayrağı ile Türk Bayrağının benzerliği dikkatinizi çekmiştir sanırım. Habib Burgiba’nın Atatürk ilkelerinin yanı sıra bayrağımızı da örnek almıştır. Burgiba’nın Atatürk ve Türkiye sevgisi bununla da kalmaz. Başkent Tunus’ta “Kemal Atatürk Sokağı” ve “Türkiye Sokağı” yer alıyor. Her iki sokak da şehrin merkezinde ve Habib Burgiba caddesine açılmakta. Tunus’un Türkiye sevgisini gözlemlemek ve yaşamak güzeldi ve özellikle Türk olduğumuzu söylediğimiz an ilk söz Galatasaray’dı. Neden Galatasaray’ı seviyorsunuz diye sorduğumda ise aldığım cevap “Müslüman takım” Duyduğum cevap din ayrımını sevmeyen biri olarak hoş olmasa da bir Türk takımının tanınmış olması güzeldi. Türkiye’yle özdeşleşmiş başka bir isim de Mustafa Sandal’dı şarkılarının çoğunu biliyorlardı.
Tunus'ta Arapça Fransızca konuşuluyor. Halk Arapçadan çok Fransızca konuşmayı tercih ediyorlar. Bir ulusu ayakta tutan en önemli unsur olarak dil gösterilir. Bu teze göre Tunus halkı ulus kavramını yitirmiş görünüyor. Fransız sömürgeciliğin en büyük zararı ana dillerini olmuş, çok acı. Onlarla anlaşmak için ortak dilimiz Arapçaydı ve onların Arap olmasına rağmen anlaşamamış olmam çok düşündürücüydü. Onlarla Arapça konuşurken hemen Fransızcaya dönmeleri ve onları tekrar Arapça konuşmaları için uyarmam üzerine hemen sinirlenip benle konuşmayı kesiyor olmaları gerçekten çok üzücüydü. Arkadaşımın tepkisi ise çok güzeldi. Yine böyle bir konuşma sırasında Fransızcaya dönmesi üzerine sen Arapmısın diye sordu evet cevabını alınca sen Arapsan neden Arapça konuşmuyorsun dediğinde ise tepkisi çok şiddetli olup bağırarak yanımızdan uzaklaştı. Özlerini ve ulus kimliklerini kaybettikleri kesin. Gazete ve dergilerin yarısı, Radyo ve TV'nin birer kanalları Fransızca yayın yapmakta. Eğitimde Fransız sistemine bağlı kalınmış. İlkokullardan itibaren öğretimin Arapça yapılması sağlanmışsa da üniversitede öğretim Fransızca olarak yürütülmekte. Turdaki bir arkadaşımızın söylediği bir sözde çok düşündürücüydü. “Türkiye’de keşke sömürgecilik yaşasaydı da yabancı dil öğrenseydik” bu cümlenin ardından, Burgibanın dediği sözler aklıma geldi "ölümü esirliğe tercih eden bir ulusun evlatları" olarak bu sözden utanç duydum. Birde 307 yıl hüküm süren Osmanlıların Fransızlardan çok daha uzun kalmalarına rağmen hiç iz bırakmamalarına övünmeli miyim kızmalı mıyım bilmiyorum.
Tunus mağrip ülkelerinden biri olması nedeniyle Endülüs mimarisi ve süslemeleriyle karşılaştığınız ülkede Okba Camii, Roma dönemine ait El Jem Amfi-tiyatrosu, Kartaca harabeleri, Dünyanın en büyük çölü Sahara’nın ve Berberi kültürünün başlangıç yeri olarak kabul edilen Douz şehri. Tamerza şelaleleri, vahaları ve Sat ul Cerid tuz gölü ve dünyanın en büyük mozaik koleksiyonuna sahip olan Bardo Müzesi görülmeye değer yerlerindendir. (Bittiği zaman birinci sırayı bardo müzesinden alacak olan Zeugma mozaik müzesinin en kısa zamanda bitmesini diliyorum.)
UNESCO tarafından korunmaya alınan ve Endülüs sürgünleri tarafından kurulduğu söylenen küçük Sidi Bou Said şehri benim fotoğraf çekme keyfini yaşadığım yerdi. Begonvil ve yasemin ağaçlarıyla bütünleşmiş beyaz badanalı, mavi kapı ve pencereli evlerin arasında dolaşırken Akdenizin parlak mavisiyle karşılaşmanız şehre ayrı bir güzellik katmaktaydı. Akdeniz güneşinin bana sunduğu ışığın etkisiyle de fotoğraf çekmeye doyamadım.
Gezilmesi gereken bir başka yerde Yıldız Savaşları adlı filmin çekildiği yer olan Matmata’ydı burası da bizim Kapadokya’ya benzer bir coğrafi dokuya sahip ama tek farkı kent yeryüzünün altına doğru oyulmuş evlere yukardan bakıp merdivenlerle aşağı inmektesiniz. Uzaktan baktığınızda kenti görmeniz mümkün değil yaklaştıkça çukurları ve aşağıya doğru oyulmuş evleri görmeniz mümkün. Yöre halkı turizmden geçimini sağlamakta özellikle otantik giysili berberi kadınlar fotoğraf çekilmesinden para kazanmaktalar.
Tunus, işlemeli uzun elbiseleri, dantel gibi örülmüş kuş kafesleri, kumaşları, eşarpları, rengârenk seramikleri, halıları ve kilimleriyle, zeytinyağı, hurması, şarabı, birası ve kahvesiyle, yasemin begonvil, arakorya, palmiye ve zeytin ağaçlarıyla, renkli sokak ve insanlarıyla gezmesi keyifli bir ülke özellikle kış aylarında güneşin sıcaklığını hissederek gezmek sanırım gezinin en güzel yanı.

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Merhaba, maşalah sibel hanım o kadar yer gezmişsiniiz ki, sizin yolunuza ket koymak lazım:))