28 Aralık 2011 Çarşamba

AŞK KENTİ RİGA

Üç Baltık Cumhuriyeti'nin başkenti de kendilerinin bölgenin 'incisi' olduğunu iddia eder. Ama benim için bir tek inci var oda Letonya’nın başkenti 800 yıllık Riga şehri. Bu güzel başkent birçok isimle anılıyor. ‘Baltık Kentlerin İncisi’ , ‘Güzel İnsanların Ülkesi’, 'Baltıkların Güzel Kızı’, ‘İlhamın Şehri, " İkinci Hiç Uyumayan Şehir", ‘ Kuzeyin En Sıcak Şehri’, 'Kuzeyin Yeni Paris’i', 'Baltıkların Paris’i' ve 'Kuzeyin Paris’i' isimleriyle anılmaktadır. Benim kullandığım adı ise ‘Aşk Kenti Riga’.

Baltıklar`ın merkezi sayılan, kuzeyin yeni Paris`i olarak adlandırılan Letonya`nın başkenti Riga, eşsiz kültürel yapısı, muhteşem mimarisi, güzel kadınları ile ziyaretçilerini büyüleyen 800 yıllık bir Ortaçağ şehri Letonya`nın başkenti Riga, Baltıkların başkenti olarak da anılır. Riga’nın anlamı rehberimize göre harman anlamına gelmekte ama araştırma yaptığımda ise; Daugava nehrinin, ticaret için mallarını buraya indirip depoladıkları için Livringa (depo) kelimesinden türediği iddia edilmekte.

Baltık denizine dökülen ve `bol bol su` anlamına gelen Daugava Nehri'nin her iki kenarında yer alan Riga, Riga Körfezi'nin güneyinde Baltık Denizi boyunca uzanır. Bir liman kenti olan başkent altyapısı ve uluslararası havaalanı ile önemli bir ulaşım noktasıdır. Letonya ekonomisinin kalbi olan Riga Letonya'nın politik, ekonomik, kültürel, eğitim ve bilim merkezidir. Letonya nüfusunun üçte birinden fazlasının (706 bin) yaşadığı ve çalıştığı yer Riga'dır. Riga'nın zarif Eski Riga (Old Town) ve farklı Art Nouveau mimarisi, modern hareketli iş hayatı ve kültürel yaşama ilham veren bir kent özelliğini korumaktadır.

Avrupa'nın en eski ortaçağ şehirlerinden biri olup UNESCO tarafından dünyanın en önemli kültürel ve doğal alanları listesine alınmıştır. Aynı zamanda Rīga'nın Eski Riga (Old Town) bölümü silueti bir Avrupa Mirası Niteliği taşıyan bir alandır. Baltık Denizi bölgesinin parıldayan mücevherlerinden biri olarak, Rīga bir NATO zirvesine, dünya klasmanında spor turnuvalarına, Eurovision Şarkı Yarışması'na ve diğer birçok büyük çapta uluslar arası etkinliğe ev sahipliği yapmış. Rīga'nın Uluslar Arası Havalimanı, Avrupa'nın en hızlı gelişen ulaşım merkezlerinden biri olmasıyla da Baltık’ın incisi unvanına hak kazanır.

Riga’ya güzellik ve bereket katan Daugava Nehri ise, yalnızca Letonya'nın en büyük nehri değil, aynı zamanda tarihi olarak en önemli nehridir. 375 km uzunluğundaki bu nehir Letonya'nın kalbi ve Riga'nın merkezi boyunca akar ve sağ kıyıda Vidzeme ve Latgale kültürel bölgelerini, sol tarafta da Kurzeme ve Zemgale arasında sınır görevi görür. Şairler tarafından "Kader Nehri" adıyla ünü yayılan nehir ilk defa Kehribar (amber) Yolu'nun, Baltık Denizi'nin ve Karadeniz'in etrafındaki toprakları birbirine bağlayan büyük ticaret rotasının ilk ayağı olarak Vikingler tarafından kullanılmıştır. Önemli bir taşıma yolu olarak stratejik önemine ek olarak Daugava Letonya sakinleri için temel bir geçim kaynağıydı. Son zamanlarda Letonya'nın hidroelektrik güç istasyonları bölgesi ve önemli bir enerji kaynağı haline gelmiştir. Nehrin Letonya tarihindeki can alıcı rolü onu şarkıların, şiirlerin ve hikâyelerin kıymetli konusu yapmıştır.

Evet sanırım bu kadar ön bilgi yeter artık Riga’yı keşfe çıkabiliriz. Baltıkların en büyük kenti Riga’yla ilk tanıştığımız yer eski Riga bölümüydü ve kenti gezmeye başladığımızda ise kendimi şekerden yapılmış bir kentte hissettim. Bu kenti birde karlar altında hayal ettiğimde ise pudra şekeri ve renkli şekerlerle süslenmiş bir sürü pastanın etrafında dans eden ve şarkı söyleyen maket figürlerin bulunduğu bir pastahane vitrini canlandı gözümde (aşağıda daha sonra bulduğum bu fotoğrafa bakınca sizce ben haklı değilmiyim). Estetik ve renkli binaları, hareketli ve yaşayan sokakları, kibar ve neşeli güzel halkı, özenle tasarlanmış dantel gibi mimarisiyle, doğasıyla, insanları büyüleyen rüya gibi bir kent Riga.



Okuduğum yazılarda Riga’yı tanımlarken biraz Prag, biraz Paris, benzetmelerini okumuştum. Bence, biraz Brugge, biraz viyana ve de kendine has bir güzelliğe sahip bir yer eski Riga (Vecriga-letonca). Eski kenti gezmek büyük bir keyif çünkü ara sokaklara keşfe çıktığınızda başka başka güzellikleri keşfetmeniz mümkün ve keşif sırasında ise sokak müzisyenlerinin seslendirdiği ezgiler size eşlik etmekte. Her caddede, her sokakta bir mimari şaheserle karşılaşıyorsunuz. Dantel gibi işlenmiş binalara bakarken önünüze bakmanız çok zor çünkü her yerde sanat var. Gotik, Rönesans ve klasik sanatlara tepki olarak ortaya çıkan Art Nouveau, Almanya’da olduğu gibi burada da Jugendstil tarzı olarak biliniyor. 19 yy.sonu ile 20.yy. başında mimariyi etkileyen bu akımın etkisiyle sanatçılar en güzel eserlerini Riga için yapmışlar sanki.

Riga’daki 700’den fazla önemli binaları tasarlayan kişi, unutulmaz film Potemkin Zırhlısı’nın unutulmaz yönetmeni, büyük sinema kuramcılarından ünlü yönetmen Sergei Eisenstein’in babası Mikhail Eisenstein (Art Nouveau mimarlarının en ünlülerinden biri).

Antoni Gaudi Barcelona için ne ise, Mikhail Eisenstein da Riga için aynı anlama gelmekte. Şehrin ilk kurulduğu yer olan tarihsel merkezi Eski Riga (vecriga) Jugendstil tarzı yapılarıyla UNESCO kültür Mirası listesinde yer almaktadır. Kenti ikiye bölen Daugava nehrinin de kente kattığı güzelliği de katarsak herkesin yeni gözdesi olması hiç şaşırtıcı değil.



Her yerde sanat var deyimi buraya ait sanki klasik müzik ve folk müzikleri ve günümüz müzikleri de mimari gibi sizi çepeçevre sarmakta. Her sokakta ayrı bir müzik topluluğunun karşılaşmanız ayrı bir keyif. Müziğe ritm tutmamak ve dansla eşlik etmemek mümkün değil. Dünyanın bir numaralı baleti Mihail Barishnikov, Ünlü besteci Wagner, Liszt’ten Rubinstein’a kadar zamanın önemli müzik adamları buranın ünlüleri olduğu düşünülürse müziğin ve dansın bu kentteki yerini anlamak hiç zor değil.




Riga'da gece hayatı da oldukça hareketli, gece bir mekânda eğlenmek yerine dışarıda vakit geçirmek istiyorsanız bunun için en iyi adres Eski Riga. En az gündüz saatlerinde olduğu kadar kalabalık olan kent merkezinde çevredekileri izleyerek bile sabahlayabilirsiniz.


Her kentin bir kuruluş öyküsü olduğu gibi Riga’nın da bir öyküsü var. Big Christopher (Lielais Kristaps) adından da anlaşılacağı gibi dev gibi bir adammış. Bir gece nehir kenarındaki kulübesinde uyurken karşı kıyıdan bir çocuk ağlaması duymuş. Hemen çocuğu kurtarmaya gitmiş çocuğun ağırlığına rağmen fırtınayla boğuşarak onu kulübesine kadar götürmüş ve yorgunluktan uyuyakalmış. Ertesi gün uyandığında çocuk yokmuş ama çocuğun olduğu yerde bir yığın altın varmış. Christopher ölünce komşuları bu parayı alıp Riga’yı kurmuşlar ve neredeyse Riga bu altınlar ile yapılmış olduğu söylenmekte. Bu çocuk, bir çocuk-Mesih olduğu ortaya çıkmış ve böylece taşıyıcı Kristaps (Christopher) (dini bir isim) adını almış. Yaklaşık 1510 yılının Daugava kıyısında ahşap bir heykeli yapılmış ve yıllarca şehrin bir sembolü olmuş ve Rigalılar çiçekler ve çelenklerle süsleyip, mumlar yakarak uzun bir yolculuğa başlamadan önce kötülüğe karşı korunmak için dualar etmişler. Bu heykel "Riga Doğa Tarihi Müzesi"nde korunmak amacıyla kaldırılmış. Bugün, bir kopyası Riga kalesinin önünde ve Daugava nehrinin kıyısında küçük bir cam vitrin içinde yer almakta ve denizcileri selamlamaya ve korumaya devam etmekte.

Sonraki durağımız, 11 Kasım Caddesi’nin Akmens ve Vanşu köprüleri arasında kalan bölümünde, bulunan Riga Kalesi ve çevresi. (11 Kasım 1919, Letonya Bağımsızlık Savaşı, tarihi olması nedeniyle Daugava nehri boyunca uzanan caddeye adını vermiş). Riga Kalesi halen Letonya Cumhurbaşkanına ev sahipliği yapmakta. Cumhurbaşkanı bazen burada, bazen de Jurmala’da ikamet ediyormuş. Cumhurbaşkanının evinin yanında bulunan "kutsal ruh kulesi" adlı sur benzeri bir yapı ya asılan Letonya bayrağıyla, Başkanın ülke dışında olup olmadığı anlaşılmakta. Eğer ülkede ise bayrak çekilmekte. Bu binada diğer Riga binaları gibi yıkılıp yeniden yapılmış. Kale'nin solunda tepesi sivri yeşil bir kule bulunmakta. Üç Yıldızlı Kulesi olarak anılan bu kulenin zirvesindeki 3 yıldız Letonya’nın "Kurzeme", "Vidzeme" ve "Latgale" adındaki 3 bölgesini simgeler.

Bu üç yıldız Riga'nın merkezindeki, Bastejkalns Park yakınlarında bulunan Plisteas Kanalı’nın üzerinde yer alan meydanda inşa edilmiş olan, Avrupa’nın en yüksek anıtlarından biri olan Özgürlük anıtı Milda ‘nın (Brivibas Piemineklis) üzerinde de görebilirsiniz. 'Milda' bu anıta gülümseyerek verdikleri isimdir. 1935'te Letonya'nın kısa süren bağımsızlığı sırasında 1918-20 yılları arasında ölenlerin anısına dikilmiş. Letonya'nın bağımsızlığı ve milliyetinin en önemli sembolüdür. Kārlis Zāle tarafından tasarlanan ve bütünüyle halkın bağışlarıyla inşa edilen anıt, 1980'lerin sonlarında kitlesel bağımsızlık öncesi gösteriler için toplanma noktası olarak Sovyet işgalinin yarım yüzyılı boyunca ayakta kalmayı başarmıştır. 42 metre yüksekliğindeki anıtın tabanındaki yontu rölyefler Letonya'nın tarihindeki önemli anları betimler; en üstteki kadın Letonya'nın bağımsızlığını ve egemenliğini simgeler. Yukarıda tuttuğu üç yıldız Letonya'nın üç tarihi bölgesini (Kurzeme, Vidzeme, Latgale) sembolize eder (bugünkü Letonya dört bölgeden oluşmakta 4. Bölgenin adı Zemgale’dir). Tabandaki açıklama (Tēvzemei un brīvībai) "Anavatan ve Özgürlük İçin" manasına gelir. Bayram ve resmi ziyaretlerde tabanına Letonya için canını feda eden tüm insanları onurlandırmak adına çiçek bırakılır. Ayrıca halka açık toplantıların odak noktasıdır ve kentin her yerinden görülebilmektedir.
Özgürlük Anıtı’nın önü ve özellikle köşedeki Laima isimli çikolata firmasının reklamını taşıyan saat Rigalıların önemli buluşma noktalarından biri. Özgürlük anıtının olduğu meydan ve etrafındaki Bastejkalns Parkı Parkın yakınında bulunan Pilsetas kanalı keyifle gezilecek yerler arasında. Kanalda kano ve deniz bisikletleriyle gençler ve çocuklar eğlenme imkânı bulmaktalar. Ayrıca da sevgililerin buluşma yeri olduğunu hemen gözlemliyorsunuz.










Nehirdeki romantik kano sefası yapan âşıklar, evlenecekleri zamanda buraya kesinlikle uğrarlar.  Niçin mi? Riga'yı ortadan ikiye bölen ve Baltık Denizi'ne dökülen Daugava Nehri'nin etrafında bulunan parklardaki kanalın üzerinde bulunan köprülerin  trabzanlara  asma kilit asmak için tabi ki.  Kadınlar nikâhın ardından kiliseden çıkar çıkmaz kilitçilerde soluğu  alıyorlarmış. Asma kilitlere eşlerinin isimlerini yazdıran kadınlar, evliliklerinin ömür boyu sürmesi için de köprü demirlerine taktıkları kilitlerin anahtarını da suya atıyorlarmış. Bunun yararı oluyor mu? bilinmez.




Parkın diğer tarafında ise, Eski kalenin temeline, şehrin kanalına ve şehrin surlarına yakın bir yerde 1860 yılında yapılmış ve 1863 yılında hizmete açılmıştır. 1882 yılında çıkan büyük bir yangın büyük bir kısmını yok etmiş. Yeniden yapılanma ve çeşitli geliştirmeler ile birlikte 1887 yılında tamamlanmıştır. Yunan tapınaklarını andıran bu güzel bina 1919’dan bu yana Milli Opera olarak kullanılmakta. 2001 yılında yeni bir düzenlemeyle yenilenmiş. Orijinal yapı ile yeni düzenlemeler mükemmel bir uyum içinde gerçekleşmiş. Yeni salonu ile 300 kişilik oda operası, küçük ölçekli konserler veya konferanslar için ideal bir mekân haline dönüştürülmüş. Yazın beyaz gecelerinde ise Riga Opera Festivali’ne ev sahipliği yapmakta.

Şimdi de parkın biraz ilerisinde bulunan, Eski Riga’nın giriş kapısına gidiyoruz. Eski Riga’nın kapladığı alan 35 hektar civarında. Zaman içerisinde korunamayarak yıkılmış olsa da Riga’nın bu eski bölümü bugün de geçmişin izlerini taşımakta. Eski Riga’da 28 kule bulunmaktayken şimdi sadece barok tarzı bir kule kalmış. Kule Orta Çağ eseri olarak aradan geçen beş yüz yıla aldırmadan günümüze kadar ayakta kalabilmiş. Barut Kulesi, olarak adlandırılan kule daha önce Kum Kulesi olarak bilinirmiş. (Bu ad yakındaki kum tepeleri kaynaklandığı düşünülmektedir ), Riga’nın en önemli savunma yapısı olarak kabul edilmekte. İlk kez 1330 yılından 165 yılına kadar barut saklanan kule, surların yeniden inşa edilmesinden sonra, kule kaderine terk edilmiş.1892 yılında ise öğrenci şirketi "Rubonia", Kuleyi şehir meclisinden istemiş. Meclis üyeleri de dış görünümünü korumak ve yeniden restore edilmesi koşuluyla vermişler. O tarihe kadar sahipsiz ve bakımsız kalan kule, yüzyıllar boyunca güvercinlere ev sahipliği yaptığı için oldukça fazla güvercin pisliği birikmiş. Öğrenciler kuleyi temizlerken bunları satarak hiç kimsenin ummadığı hoş bir sürprizle karşılaşmışlar. Sattıkları güvercin pisliği 612 altına satılmış ve bu parayla kule onarılmış. Kule günümüze kadar askeri önemini korumuş. Daha sonra yanındaki bina ile Birinci Dünya savaşının ardından Letonya savaş müzesi olarak kullanılmış. Kulenin olduğu sokak, geceleyin Orta Çağ’ın atmosferini anımsatacak şekilde loş ışıklarla aydınlatılarak ve küçük otantik şarap dükkânlarının yer aldığı sevimli bir sokağa dönüşmüş.



Barut kulesinin tam karşısında bulunan Genişliği 230 metre olan uzun sarı bina ise Yakup ya da İsveç kışlası (Jacob's or Swedish Barrack- Jēkaba ​​vai zviedru Barrack )olarak bilinir. Bir zamanlar 1000 askerin konaklaması için yapılan bu bina 1997 yılında restore edilerek bar, restaurant ve hediyelik eşya dükkanlarının toplandığı bir kompleks haline dönüştürülmüştür.




İsveç kışlasının tam karşısında bulunan İsveç Kapısı’ndan (Swedish gate- Zviedru Varti) surların içine giriyoruz. Eski kenti işgallerden korumak için savunma surları yapılmış. Ancak yıllar içinde duvarların çoğu ya ufalanmış veya işgalciler tarafından tahrip edilmiştir. 1800'lerin sonunda ise yıkılmış. İsveç kapısı surların 8 kapısından, orijinal haliyle ayakta kalabilen tek kapısıdır. 1698 yılında iktidardaki İsveçliler tarafından inşa edilmiştir. Riga’nın diğer kapıları gibi, güneş doğduğunda açılır ve gün batımında kapanırmış. bu kapının birde efsaneleri bulunmakta.( Tarihi eser sayısı az olunca kenti pazarlamanın yolu bu olsa gerek. Düşünsenize!... Anadolu’da bulunan bunca tarihi eserin hepsinin öyküsünün turistlere anlatılmasını. Öyküleri anlatabilmek için sadece iyi bir rehber olmak yetmez, aynı zamanda hafızası iyi olacak ve anlatmak içinde bol da zamanı olacak). Neyse ilk efsane bu kapının yanında bir cellât yaşarmış. Cellâdın evinin penceresinin çıkıntısına bir eldiven koyularak çağrılırmış. İşi kabul ettiğini, işi yapacağı günün sabahı şehir sakinlerini bilgilendirmek için, kendi penceresinin çıkıntısına gül koyarmış. İkinci efsane ise, İsveçli bir askerin Letonyalı bir genç kıza âşık olmasıyla başlar. O dönemde Letonyalı biri ile İsveçli biriyle böyle bir ilişki ahlaksızlık ve yasal olmayan bir davranış olarak görülmekteymiş. Genç kız sevgilisi ile birlikte olmak için şehirden kaçmaya çalışmış. Ancak Gece Veba salgını yüzünden büyük bir sürgüyle kilitlenen kapıyı açmaya çalışırken muhafızlar tarafından yakalanmış ve canlı canlı duvara gömülmüş (bir söylentiye göre babası tarafından duvara gömülmüş). Gece yarısı o kapıdan geçenler zaman zaman zavallı kızın ağlayarak "Yine de ben onu seviyorum!" diyen fısıltılı sesini duyduklarını iddia ediyorlarmış.



Kale bölgesinde 4 adet kilise bulunmakta. Bunlardan biri, İsveç geçidi yakınlarındaki Riga’nın dördüncü büyük ve en eski kiliselerinden birisi olan (Sv. Jekaba) "St.Jacob's Catedrali‘dir. Eski Riga’nın kalbinde yer alan, Saint James’e adanmış olan kilise, St James Kilisesi olarak da bilinir. Yapımı 1225 yılına uzanmaktadır. Art Nouveau tarzında, yaprak ve meyvelerin sembolize edildiği motiflerle süslenmiş olan, yeşil sivri çok iyi korunmuş Gotik kulenin (80 m)dış yüzeyinda bulunan, saati üzerinde bulunan horozu ve bina dışına yapılmış efsanevi çan kulesi ile ilginç bir yapıdır. Kilisenin çanı Ortaçağda idam cezası için halkı ana meydana çağırdığından günahkâr çanı olarak bilinmektedir. 1915 yılında, çan aşağı çekilmiş ve izleri Rusya’da kaybolmuştur. Bugün Katedral Letonya Katolik Kilisesi Başpiskoposluğu ve şehrin önemli simgelerinden biridir.






İsveç Geçit’in tam karşısında ise Küçük Kale (Maza Pils) sokağında (The Three Brothers) Üç Kardeşler (Trīs brāļi) yapılarını görmeniz mümkün. 3 binadan oluşan evler eski Riga konut kompleksidir. Estonya’nın başkenti Tallinn’in eski kentinde bulunan üç kız kardeş stok grubu ile benzetme nedeniyle, adı üç kardeş olarak kullanılmıştır. Evlerin farklı zamanlarda inşa edilmiş olması nedeniyle kentin ortaçağ mimari tarihinin izlenebilmesi açısından önemli yapılar olarak kabul edilmektedir. Maza Pils’in 17 nolu evi, Beyaz ev,15. Yüzyılda inşa edilmiş üç evin en eskisidir. Döneminden ayakta kalabilen kalan tek yapıdır. Evin ön sundurmasında bulunan işaret ev adresi olarak kullanılmıştır. Bu binanın sahibinin evde bulunan armadan dolayı bir fırıncı olduğu anlaşılmıştır. Diğer binaların sahibinin kim olduğu ise tespit edilememiştir. 1687. yılında Riga’nın ilk fırını (pastanesi) bu binada faaliyete geçmiştir. Maza Pils’in 19 nolu evi Sarı evin, inşa tarihi ön cephesinde bulunan 1646 rakamından anlaşılmaktadır. Maza Pils’in 21 nolu Yeşil evi ise diğer evlerin en yenisidir. 18. Yüzyıl ortasında inşa edilmiştir. Diğer kardeş binaların en darı olan bu ev döner merdivenlerle üç kat birbirine bağlanmıştır. Bina 1994 yılından itibaren Letonya Mimarlık Müzesi olarak kullanılmaktadır. Bu binalara yaklaştığımızda Türkiye de master yapan Rigalı rehberimiz bize küçük bir sürpriz hazırlamıştı. Üçüz binaların önündeki iki müzisyenin ‘İstiklal Marşı’mızı ve ‘Üsküdar’a Gideriken’ adlı şarkımızı çalmaları bizi mutlu etti. Uzak diyarlarda marşımızı dinlemek keyifli ve hoş bir güzellik oldu bizim için.

Eski şehirde birçok meydan var. Eski Riga’nın merkezi ve kalbi sayılan Dome Meydanındayız. (Doma laukums) Dome Meydanı’nın bir köşesindeki meydana adını veren Riga Katedrali (Dome Katedrali) yer alır. (Dome kubbe demek. “Tanrı’nın evi” anlamına da gelmekte). Riga Dome Katedrali inşaatına 1211 yılında başlanmış. Katedralin doğu ucunda Romanesk tarzı ve kuzey ucunda Gotik tarzı süslemeleri ve geniş kapılarıyla heybetli bir Orta Çağ binasıdır. Riga Dome Katedrali Letonya ve Baltık Bölgesi'nin en büyük ve en eski ibadethanesidir. Albert ve Meinhard Piskoposların son dinlenme yeriymiş. Baltık toprak sahipleri, seçkinler ve pek çok lider, ölümsüzlük kazanmak için katedrale bağış yapmışlar. Günümüzde aktif bir Luteryan Kilisesi olarak faaliyet göstermekte. Katedral çeşitli dönemlerde onarım görmüş. 15. yüzyılda, tepesi 140 metre yüksekliğe ulaşmış, ancak 1547 yılında çıkan bir yangında hasar görmüş. O yıldan bu yana çeşitli zamanlarda onarım görmeye devam etmiş. Şu anda da olduğu gibi ve o yüzden katedrali maalesef gezemedik. İçini gezemedik ama Katedralle ilgili bir öykü dinledik. Katedral Riga’nın kurucusu Başpiskopos adına yapılmış. 1300 yılında inşaatı bitmiş. İşçiler papazdan ücretlerini almak istemişler ama paranın olmadığı söylenmiş onlara. İşçiler bunun üzerine duvarlara fare yapıştırmışlar. Çünkü Fare cimriliği ve yalancılığı simgelemekteymiş. Birde bu olaydan bir deyim çıkmış ‘Kilisenin faresi gibi fakir’



Bu muhteşem yapı 2011 yılında 800 yaşına girmiş. Yangından önce Avrupa'nın en yüksek kulesiymiş. Kırmızı tuğladan yapılmış olan yapı kırmızının cazibesini kullanarak insanları kendine çekmekte. Katedralin asıl cazibesi ise sahip olduğu dev bir orgdan gelmekte. Riga Katedralinin orgu 1882-1883 yılında 
EF Walcker & Sons tarafından yapılmış. 31 Ocak 1884 tarihinde kullanıma açılmıştır. 6718 ayrı metal boruya sahip ve yüzlerce farklı ses çıkarabilen dev bir müzik aleti. Ortaçağın en büyük orguymuş. Dünyaca ünlü birçok müzisyen bu org sayesinde katedralde konser vermiş. Dedim ya her yerde sanat var diye ibadethanede bile. Letonlar pagan kültüründen geldikleri için din konusunda Litvanyalılar kadar tutucu değiller ve sanata düşkünlükleri yüzünden de kiliseleri ibadetten çok konser salonu olarak kullanmayı tercih ediyorlar.

Dome meydanı çevreleyen diğer önemli yapılardır. Maliye Bakanlığı, Letonya Radyo Binası ve SEB Bankası. Meydan dini merkez olmanın yanı sıra, Riga müzikal hayatının önemli merkezlerinden biridir.







Dome meydanından katedrali solunuza aldığınızda sokağın sonunda, beyaz boyalı, yeşil tepeli kulesiyle kendine baktıran bir sadeliği sahip olan "The Church of Our Lady of Sorrow" Riga'daki ibadet için yapılan ilk beton yapıdır. Avusturya, Polonya ve Rusya devletinin gönderdiği paralarla Katolikler için yapılmış.

Sonraki durağımız (City Hall-Town Hall Square) belediye binasının bulunduğu meydan. Buraya giderken şık tasarımlarıyla cafeler, barlar ve zarif binalar arasında nereye bakacağını şaşıran ben etrafıma mı bakayım iç tasarımları görmek için içerimi gireyim, yoksa hiç bir şeyi kaçırmamak için rehberimi yetişeyim, yoksa sürekli deklanşöre mi basayım gibi bir şaşkınlıkla meydana ulaştık.
Meydanın tam ordasın da, 13. yüzyılda inşa edilmiş elinde kılıç Hansa özgürlük ve adalet sembolü olarak kabul edilen (diğer Hansa şehirlerinde de Roland heykeli görmeniz mümkün) efsanevi şövalye Roland (6.3 m) tüm heybetiyle karşımızda. Orijinal heykeli Aziz Petrus Kilisesi’nin (Peterbaznica) içinde koruma altında alınmış, kopyası ise 1999'da bağımsızlığın sembolü olarak yapılmış ve aynı yere dikilmiştir. Eskiden Roland heykeli’nin önünde her sabah kent sakinlerine Trompet sesleriyle yeni günün başladığı duyurulurmuş. Ayrıca Roland heykelinin kılıç noktası geleneksel Letonya mesafelerini ölçmek için başlangıç ​​noktası olarak kabul edilmekte.





Meydan Riga’nın kalbi sayılmakta. Çünkü Ortaçağda limana yakın olması pazarı ve para akışının kontrol edilebilmesi nedeniyle siyaset ve ticari merkezi sayılmaktaymış. Bundan dolayıda belediye binası, limandan ticaret için gelenleri ağırlamak tören ve toplantı yeri olarak kullanmak amacıyla da, 1334 yılında bir bina inşa edilmiş olan meydanın ve Riga’nın en ünlü ve güzel yapılarından biri olan bina ‘Karakafalılar evi’ ya da diğer adıyla ‘Kara kapüşonlular’ (Melngalvju Nams - House of Blackheads) binasıdır. Bina 1433 yılında Riga'da yaşayan bekar zenci iş adamları burada bir lonca kurmuşlar. Başlarındaki kişi ise Aziz Moritus denilen bir zenciymiş ama dine karşı geldiği için kafası kesilmiş. Bu loncayı ilk kuranlar zenci olduğu için, Karakafalılar Evi adını almış. Binanın tepesine yakın kısımda yer alan mavi astronomik saat; gün, ay ve burçlarla olan ilişkisini göstermektedir ayrıca saatin altında yer alan armalar, zamanında dış ülkelerden buraya ticaret yapan iş adamlarına aitmiş.

Bina Riga’ da ki tüm binalar gibi II Dünya Savaşı sırasında ve daha sonrada hasar görmüştür. 1941 yılında ise tamamen yıkılmıştır. 1999 yılında ise yeniden inşa edilmiştir. İçeriye girdiğinizde orjinalinden geriye kalanlar zeminde bir camla korumaya alınmış. Bina o kadar fazla onarılmış ve inşa edilmiş ki, üzerinde "Ja man kadreiz sagrüt büs, Mani atkal celiet jüs" (Eğer bir gün yıkılırsam beni tekrar inşaa et) yazısı bulunmaktadır. Rus çarlarının resmi ya da gizli, House of Blackheads’de düzenlenen festivallere katılmışlar. Salonun süslemeleri arasında, Rusya ve İsveç'ten gelen hükümdarların görkemli portreleri bulunmaktadır. Ayrıca, Bina ile liman arasında gizli bir yeraltı geçidi de bulunduğu söylenmektedir. Binanın solunda aynı mimari özelliğe sahip turizm bürosunun da bulunduğu bina 19 yy. eklenmiş olan "Schwab House" dır.



13 yy'da oluşturulan "Town Hall Square" (Ratslaukums) eski dönemlerde Riga’nın idari merkez ,ticari Pazar ,kutlamalar, idam cezaları Yakup'un kilise’sinin çanıyla duyurulurmuş ve diğer kamu olayları amaçlı bir buluşma yeri olmuşken, şimdi şehrin kutlama yeri, yeni yıl ağacının kurulduğu yer, konser mekanıdır. Ayrıca bu meydan bir ilke imza atmış. ilk kez noel ağacı süsleme geleneği burdan dünyaya yayılmış. (Riga şehrinde meydanın ortasına dikilmiş Noel ağacının 500 yıl önceye dayanan hikâyesini anlatayım size. 1510 yılının Noel gecesinde, şimdi buradaki meydanın bir köşesinde yer alan Letonyalıların “Melngalvju Nams” dedikleri, o dönemin Tüccarlar Birliği’ne ait 500 yüzyıllık “Karakafalılar Evi” içerisinde (House of the Blacheads) Noel kutlamalarıyla başlamış her şey. Kutlamalar binanın içerisinden sokağa taşmış. Sarhoş olanların dışarıdaki soğuğa aldırmadan dans ederek eğlenmeye başlamaları ve meydandaki çam ağacına süsler asmalarıyla, tarihte de ilk kez sokakta bir çam ağacı bu şekilde süslenmiş. Ama sokağa taşan kutlamaların sonunda sarhoş ve kendinden geçmiş kalabalığın taşkınlığı, meydanda süslemiş oldukları bu Noel ağacını yakmalarıyla son bulmuş. Birkaç yıl tekrarlanarak önce süslenmek ve sonra da yakılmak suretiyle adeta geleneğe dönüşen bu eyleme daha sonra Protestanlığın kurucusu Martin Luther tarafından son verilmiş. Luther’in, ağacı eve sokması ve ateşe vermek yerine de üzerine mum asmasıyla günümüz Hıristiyanlık dünyasındaki Noel kutlamalarının doğmasına önderlik etmiş. Ama hala Hristiyan ülkelerde önemli şehirlerin meydanlarına üzerine süsler asılı “Noel ağaçları” dikme geleneği hala sürüyor.) Rigalılar 2010 Noel’inde bu olayın 500’üncü yılını görkemli törenlerle kutlamışlar.
Noel ağacının konulduğu yer Karakafalılar Evi’nin önünde bulunan sekizgen kubbeli bir plaka ile belirlenmiştir. Plakanın üzerinde sekiz dilde "1510 Riga İlk Yeni Yıl Ağacı" yazısı kazınmıştır.

"Town Hall Square"ı çevreleyen ikinci önemli bina ise meydana adını veren "Town Hall" (Ratsnams) yani Belediye Sarayıdır. Şehir yönetimi 2003'den beri burada toplanmakta. Binanın balkonlu ve saat kuleli klasik mimarisine çanlı yeni bir teras eklenmiştir. Çan her saat farklı bir melodi çalarak turistleri de kendine çekmeyi bilmiştir. Belediye binasının bodrum katı ortaçağda hapishane olarak kullanılmış, dolandırıcıların ve kadın katillerini ağırlamış.



Meydan ("Town Hall Square") pazar işlevini yitirdiğinden beri giderek küçülmüş ve bugünkü genişliğini almıştır. Bu meydanda Pazar günleri halk pazarı gibi bir Pazar alanı kuruluyor. Küçük standlar üzerinde insanlar ev yapımı reçel, kurabiye, nakış, sabun gibi birçok şey satılıyormuş.



Bu güzel yapıların yanında tüm zevksizliği ile duran köşedeki yapı Sovyet döneminden kalma koyu renkli kasvetli yapı (Baltık ülkelerini gezerken bu tür yapılardan görmeniz mümkün). "Museum of Occupation" (İşgal Müzesi)dir. Başlangıçta Letonya Red Rifleman (Kırmızı tüfekli asker) Müzesi’ymiş. Genç Letonyalıları komünizme teşvik etmek amacıyla 1970 yılında Lenin'in 100. doğum gününde açılmış. 21 Ağustos 1991 tarihinde Letonya bağımsızlığını kazanınca hızlı bir şekilde kapatılıp, 1993 yılında İşgal Müzesi olarak yeniden açılmış. Letonya’nın 1940-1991 döneminin çalkantılı geçmişini gözler önüne sermekte. Sovyet ve Nazi işgalini anlatan belge ve fotoğraf ve hareketli görüntülerle savaşın acılarını sergileyen ve izleyenleri derinden etkileyen bir müze mutlaka gezilmesi gereken yerlerden biri( giriş ücretsiz).Ziyaret sonunda, 7 Eylül 1991 tarihli Newyork Times gazetesinin manşeti görülüyor. ‘Sovyetler Birliği, Baltık ülkelerinin bağımsızlığını kabul etti, üç milletin esareti bitti’ Letonya’da yapılan Alman ve Sovyet işgallerinde, 550000 Leton vatandaşı yok olmuş.

                    



Meydanın diğer köşesinde ise üniversite binası bulunmaktadır. The History of the Museum of Occupation Meydandan biraz ileride ise Biraz ilerisinde, elinde cennetin anahtarlarıyla Aziz Peter bekliyor sizi. Riga’nın en önemli Lutheran kilisesi olan "Aziz Petrus Kilisesi" (St.Peter's Church) 1209 tarihinde yapılmıştır. Baltık Gotik mimarisinin en iyi örneklerinden biri ve kentin ana kilisesi sayılmaktadır. Kilisenin tarihinde 3 önemli dönem yer alır. 13 yy'daki orta yapının yapımı, 15.yy'da Altar'ın (sunak) yapımı ve 17.yy sonunda kulenin yapımı ve Barok ön cephenin yapımı. Kilise'nin özellikle kulesi defalarca zarar görmüştür. Yapımı 1746 yılında tamamlanan 123 metrelik kulesi, o yıllarda Avrupa'nın en yüksek yapılarından biriymiş. 1721'de bir yıldırım düşmesi sonucu kule yanınca Çar itfaiye teşkilatının kurulmasını emretmiştir. Kilise en son 1944 yılında çok ciddi bir yangınla neredeyse başa dönmüştür. Sovyetler döneminde mimarlık müzesi olarak kullanılan kilisenin kulesi de orijinal hali model alınarak ve asansör eklenerek restore edilmiştir. Kulenin gözlem platformu Güzel Daugava Nehri’yle süslenmiş olan Riga’nın harika panoramasıyla buluşmak isteyenlerin yeridir.Riga’yı gerçekten gördüm demek istiyorsanız çıkmanızı kesinlikle öneririm. Kilise sadece ibadet için değil konserler, sergiler gibi organizasyonlar için de kullanılmaktadır.

Katedrali'nin çan kulesinde horoz süslemeli haç bulunmaktadır. Horoz figürü sadece Riga’nın simgesi olması dışında çok önemli işlevi bulunmakta. Riga çok önemli bir liman kenti horoz figürü ise gemiler için anlaşma anlamına gelmekte. Bu nedenle horoz figürü Daugava Nehri yakınındaki bütün kiliseleri süslemekte (Dome Katedrali, John ve St Jacob Kiliseleri). Gelelim Horozun işlevine, horozun Bir tarafı siyah, diğer tarafı ise altın yaldızla boyanmıştır. Rüzgâr denizden estiğinde, yaldızlı tarafı döner ve böylece, güneş gibi parladığından tüccarlar kargo gemilerini limana demirleyebileceklerini, eğer rüzgâr karadan esiyorsa, horozun siyah tarafı göründüğünde ise gemilerini limana demirlememeleri gerektiğini anlarlarmış. Ayrıca Letonya kültürüne göre horozun her türlü kötü ruhlara bekçilik yapacağı (koruyucu) ve ayrıca da uyanıklık sembolü olarakta kullanılmaktadır. Evet!.. sırada bir efsane daha var. St.Peter's Church kilisesinin kulesi, yüzyıllar boyunca talihsizlikler yaşadığını yukarıda yazmıştım. inşaat ustası restorasyon sonrası bir kadeh şarap içmiş ve boşalan kadeh elinden düşmüş, Şehrin sakinleri aşağıda bulunan saman sepeti içine düşen cam parçacıkları sayısı kadar yıl kulenin ayakta kalacağına inanarak korkmuşlar. Ancak kule, 200 yıl ayakta kalmış. Sonuç batıl inançlara inanmamak gerektiği ortaya çıkmış.






Kiliseden çıkınca sağa dönüp kilisenin yan duvarını takip ettiğinizde karşınızda bir heykelin önünde poz veren turistler gördük yaklaştığımızda ise Bremen mızıkacıları heykeli karşımızdaydı. 12.yy ortalarından itibaren düzenli olarak Bremen’den, Riga Limanına gelen Alman tüccarlar ve denizciler kente konuk olmuşlar. Riga’yı kardeş şehir olarak kabul eden Alman arkadaşları tarafından hediye edilmiş olan heykel, Almanya’dan gelenlerin Riga’ya gittiklerini belgelemek için heykelin yanında fotoğraf çekerlermiş. O halde adettendir dedik ve Riga’ya geldiğimizi bizde belgeledik.






 Bremen Mızıkacıları heykelinin yanında poz verirken karşıda bir sur kapısına benzer bir kapı gözümüze çarptı ve merakla içeri girdik. 13 yy. kökenli Manastır bahçesiyken şimdi birçok komşu evinden oluşan Conventa Seta otel kompleksiymiş.Küçük sevimli dar sokakları ile bağımsız küçük bir dünya adeta. Porselen, antika, hediyelik eşya ve tasarım dükkânlarının yanı sıra çok sayıda hoş tasarımlı kafe ve restoranlar bulunmakta. Conventa Seta’nın sadece dört girişi bulunmakta ve geceleri hepsi kilitlenmekteymiş. Diğer kapıdan çıkıp yine Riga sokaklarında kaybolmaya devam ettik. ‘Sırada neresi var’ diye sorar gibisiniz. Cevabım ise ‘bende bilmiyorum’ olacak.






Eski Riga’nın Güzel sokaklar ve güzel binalar arasında gezerken bu kez her zaman canlı ve kalabalık meydanı "Livs (Livu) Square"dayız. Yazın çeşitli hediyelik eşya tezgâhları, açık hava cafe, restaurant ve kulüpleriyle, kışın ise buz pateni pisti ile Letonyalı gençlerin ve turistlerin yoğun ilgisini çekmekteymiş. Burada meydanda da II. Dünya Savaşı sonrası yıkılan binaların yerine yenileri yapılmış. Meydan,"Cat's House", "Great Guild", "Small Guild" ve diğer güzel cepheli evlerle çevrilidir.



"(Great Guild-Lielā Gilde)" Büyük Tüccar Loncası, sadece Alman kökenli tüccarların çıkarlarını koruyan ve diğer ulusal toplulukların temsilcilerinin ihtiyaçlarını görmezden gelen bir kuruluş niteliğindeymiş. İlk kuruluşu 1330 a dayanmakla beraber şu andaki Neo-Gotik mimarisi 1850 yılına aittir.1965 yılındaki büyük bir yangından sonra tekrar restore edilmiş bugünkü halini almıştır. Sovyet zamanında, Letonya Devlet Filarmoni Orkestrası binanın görkemli konser salonunu kullandığı için meydana Filarmoni Meydanı "Philharmonic Square" denmiş. Bugün bina Filarmoni Orkestrasına, Konferanslara ve müzik aktivitelerine ev sahipliği yapmaktadır.



"Great Guild" in hemen yanında bulunan "Small Guild" Küçük lonca’yı kale benzeri kulesinden ayırabilirsiniz. 13. yy da Rigalı zanaatkârlar tarafından kurulan meslek loncasıdır. The Small Guild was founded in the 13 th century.Bina ilk kez 14. yüzyılda inşa edilmiş ve o günden bu yana defalarca yeniden inşa edilmiştir. 1864 yılında bina inşa edilmiş ve Neo- gotik halini 1866 yılında almıştır. Son olarakta 2000 yılında restore edilmiştir. Binanın zengin bir iç dekorasyonu bulunmakta ve şu anda iş toplantıları, konferanslar, seremoniler ve benzeri etkinlikler için kullanılmaktadır.






Meydanın köşesindeki "Great Guild" Büyük Loncanın hemen karşısında, çatısında iki kule ve üzerlerinde iki kedi heykeli bulunan sarı bir bina göreceksiniz. Bu bina Riga’nın simgesi haline gelmiş olan ‘Kedi ev’ (Cat's House)dir. Eve ait birkaç öykü bulunmakta. Bbirinci, bunlardan ilki "Great Guild" Büyük Lonca’ya üye zengin bir tüccar evinin çatısına her bir kulenin tepesine yerleştirilmiş iki kedi heykeli koymuş. Lonca tüccardan bunları kaldırmasını istemiş. Tüccar Lonca'nın bu isteğini kabul etmediği içinde Lonca'dan kovulmuş. Bir diğer öykü ise Lonca'dan atılan tüccar (bir diğeri ise Loncaya kabul edilmeyen bir tüccar bu duruma çok içerlemiş) loncaya hakaret amacıyla loncanın tam karşısına bina inşa etmiş ve inşa ettiği binanın çatısına iki kızgın kara kedi heykeli yaptırmış. Kedilerin popolarını da loncaya doğru yerleştirerek kızgınlığını ve hırsını ifade etmiş.. Her iki öykünün sonu ise aynı, uzun süren mahkeme süreci sonunda Damdaki iki kızgın kara kedi heykelleri ancak 180 derece döndürebilinmiş. Bu sonuca bakılırsa davayı kazanan olmamış gibi görünüyor Bir rivayette kediyi yapan heykeltıraşla ilgili, ilk kedi heykelini yerleştirirken düşüp öldüğü konusunda. Nasıl inşa edildiğinden çok şehre kattığı değer önemli bence, ev ve kedi Riga’nın sembolü ve turist çeken bir elçi konumunda.


Riga’nın ilgi çeken bir başka noktası ise, tren istasyonunun ve otobüs terminalinin hemen yanında bulunan Central Tirgus (Merkez Market) Riga’nın ve Avrupa’nın en büyük pazarı. Burası hangar gibi olmaktan öte zaten zeplin hangarı olarak inşa edilmiş. I. Dünya Savaşı’ndan sonra kent yönetimine verilen yapılar pazara dönüştürülmüş. Dördü paralel biri de bunlara göre dikey inşa edilmiş, depo olarak kullanılan geniş bodrum katları tünellerle kanala bağlıymış, bu şekilde mallar rahatça getirilebiliyor. Her bölüm belli ürünlere ayrılmış. Bu arada hangar olarak yapılmışsa da estetikten ödün verilmemiş, Neoklasizm etkisi görülen konstrüksiyona Art Deco’ya kayan detaylar serpiştirilmiş.(burayı gezmeye yetişemedim ama kuleden gördüm ) Burada Leton halkı hakkında genel bir bilgi edinilmesi mümkünmüş.

Riga panoramasını (St.Peter's Church) kulesinden görebileceğiniz gibi (ki ben burayı tercih ettim. Dini duygularım depreşti (olmayan) sanırım kutsal bir yerden göğe yaklaşmak daha etkileyici olur dedim) Özgürlük Anıtı’nın yakınlarında bulunan Reval Oteli’nin 26. Katındaki Skyline Bar ya da Riga Radyo ve TV Kulesi ’nden izleyebilirsiniz. TV Kulesi,Letonya’nın en yüksek Avrupa’nın üçüncü en yüksek kulesidir. 368,5 m (1.209 ft) yüksekliğinde olan kule, Paris'teki Eyfel Kulesi'nden daha yüksektir.Görüntü olarak Eyfel kulesine benzetildiği için 'Kuzeyin Yeni Paris’i', 'Baltıkların Paris’i' ve 'Kuzeyin Paris’i' gibi isimlerle anılmaktadır. SSCB tarafından 1979 ve 1986 yılları arasında Daugava Nehri'nin ortasında yer alan Zakusala Adası üzerine inşa edilmiştir. Kentin tümünün görülebileceği 97m yükseklikteki gözlem platformundan Riga panoramik manzaralarını Letonya'nın uzak kırsal ve Baltık Denizinin tadını çıkarabilirsiniz. Gelelim Letonya'nın Letonya mutfağına; Ülke mutfağı hem Finlandiya hem de Litvanya mutfağı ile benzerlik göstermektedir. Domuz eti, patates ve lahana da en çok görebileceğiniz yiyecekler arasındadır. Ülke mutfağında kimyon tohumu neredeyse tüm yiyeceklerde kullanılır en çok ekmeklerde var peynirlerde kullanılmaktadır. En bilinen geleneksel yemekleri, pembe renkli soğuk pancar çorbası (Biesu Zupa), Bira çorbası, bezelye çorbası ve balık ağırlıklı yemekler yer almaktadır. Domuz pastırmalı boz bezelye, Bizim yağda kızartılan peynirli, kıymalı fincan böreğinin bin bir çeşidi bulunmakta. Tadı en ilginç olanı da içi havuçla doldurulmuş olanıymış. Lahana turşusu, özellikle pastırma ve soğanın iç malzeme olarak kullanıldığı bir çeşit mantı ‘piragi’, isli peynir, yılanbalığı, ‘frikadelu zupa’ denilen köfte çorbası, ‘silke ar biezpienu ‘ denilen süzme peynir ile servis yapılan ringa balığıda buraya ait tatlardan. Büyük restoranlar çoğunlukla kil kaplar içinde yemekler sunarmış. Tadı tatlı olan lor ‘ ‘Biezpiena sierins’, özel süt ürünleri özellikle de kefir en popüler içecekleri arasında yer almaktadır. Ana yemek sayılan bir çeşit komposto olan ‘kiselis’, ‘griki’ denilen karabuğday ile yapılan yemekte buraya ait tatlardan. Özel antik tariflerle hazırlanan çavdar ekmeği ise nüfusun büyük kısmı için başlıca üründür ve Letonya'nın en bilinen "hediyelik" yemeğidir. Her menüde bulunan ‘maizes zupa’ çavdar ekmeği ile yapılan tatlı çorbadır.

Hemen hemen her köşe başında ‘Double café’ Starbucks benzeri bir café zinciri ve her zaman kalabalık. Birde Letonya’nın ünlü zinciri LIDO bizim bildiğimiz cafe ve restoranlar zincirinden farklı bir mekan. LIDO’nun diğerlerinden farkı sadece güzel bir yemek yemenin dışında, pişirme sürecini görebilmeniz ve Letonya’nın geleneksel lezzetlerini tadabilmeniz. Burada beni şaşırtan Patatesten yapılmış oldukça fazla çeşidin yapılmış olması. Letonya'nın ulusal stilinin ana özelliklerini yansıtan, ahşap üç katlı binası, su değirmenleriyle çekici bir görünüm kazandırılmış. Düzenli konserler, tiyatro gösterileri, eğlence Parkıyla ailenin tüm fertleri için ideal bir yer konumunda.Letonya’nın en büyük ve en popüler eğlence merkezlerinden biri. Ayrıca alt katında bulunan mini bira fabrikası eski yöntemle bira üretmekteymiş. Burada üretilen orijinal birayı tadabilir ve satın alabilirsiniz.


Rusyanın votkası neyse, Letonya’nın olmazsa olmazı birası. Ülkede en çok tüketilen içkiler arasında olan biranın en bilindik yerel bira markaları Uzuvas, Aldaris, Livu ve sencu’muş. Rehberimizin söylediğine göre bizim en ünlü biramız Efes Pilsen biradan sayılmazmış. Bira burada içilirmiş ve en ünlüsü Uzuvas adında milli birasıymış. Dediğine göre her şehrin ve her kasabanın kendine ait bir birası bulunmaktaymış.

Bir başka ünlü içkisi ve turistlerin hediyelik eşyaları arasında ilk sırayı alan Letonya'nın siyah balsamı (bitkisel likör) alır. Bu geleneksel içecek, 24 ayrı (ıhlamur çiçeği, huş tomurcuk, kediotu kökü, ahududu, yaban mersini, ve zencefil gibi hindistan cevizi ve siyah biber vb) çiçek, tomurcuk, meyve suları, kökler, yağların karışımıyla meşe fıçılarında (letonlar için kutsal bir ağaç demiştim burdada karşımıza çıktı) hazırlanan balsam yüzde 45o alkol içerir. Votka ılık çay, kahve, siyah frenk üzümü suyu, soda, meşrubat veya kokteyllerin içine karıştırılarak içilmekte ya da dondurma üzerine dökülerekte tüketilmekte. Balsam hafif acı-tatlı farklı bir lezzet hoşlanmadıysanız daha hafif olan meyve balsamını deneyebilirsiniz. Siyah Balsam, geleneksel tıpta, soğuk algınlığından korunmak ve sindirim sorunlarını tedavi etmek için kullanılmakta. Riga’da 18. yy.dan bu yana kullanılmaktaymış. Efsaneye göre; Büyük Rusya çariçesi Katerina, Letonya ziyareti sırasında hastalanmış ancak Riga Siyah Balsamını içtikten sonra iyileşebilmiş. Eğer Katerina iyileşmeseydi bizim tarihimiz nasıl değişirdi acaba.

Riga'da biraz kendinizi şımartmak istiyorsanız yüzyıllara tanıklık etmiş mekânlarda da yemek yiyebilirsiniz. Şehir merkezindeki Benjamine Restaurant bunlardan biri. Şayet bütçeniz sınırlı ise yaklaşık 20 YTL'ye (Letonya para birimiyle 8 Lats) karnınızı tıka basa doyurabileceğiniz mekânlar da bulunmakta. Letonya'da deniz ürünlerinin de hemen hepsini tatmanız mümkün

Kent merkezi çok temiz. Pek çok eski bina yeniden yapılıyor ama oldukça pahalı (otelimizin arkasındaki binada onarım vardı ve mankenlere taş çıkartacak kadar güzel bir bayan sıva yapmaktaydı. Böyle biri Türkiye de bu işi yapsa başına neler gelir diye düşündüm). Orta sınıfın oturduğu evler eski ve dökük. Sovyet döneminden kalma evlerin olduğu Riga kesimi ise gri ve soğuk görünümlü taş yapılar bulunmakta. Küçük ve itici yapılar, Leton halkını da kötü etkilemiş. Sovyet işgalinden önce yaşadıkları tek katlı bahçeli evlerden bu taş kafeslerin içine sokulduklarından dolayı mutsuz olduklarını ve o günleri hatırlamak dahi istemediklerini rehberimiz sıklıkta anlattı. Pagan geleneklerinin ağır bastığını öğrendiğimiz, Leton halkının doğayla bağı bu kadar güçlüyken onları doğadan koparıp taş kafeslerde yaşamanın onlara verdiği sıkıntıyı anlamak hiçte zor değil. Binalar boyasız ve kötü görünüyor. Ama buna karşın sokaklarda adını bilmediğim ve ilk kez gördüğüm lüks araba sayısı oldukça şaşırtıcı. Sadece Letonya değil diğer Baltık ülkelerinde de durum aynı. İsveç bankası bu lüks meraklarını iyi kullanmış ve verdiği araba kredisiyle tüm Baltık ülkelerini sıkı bir şekilde borçlandırmış. Nazik Leton halkının eğitim seviyesi de oldukça yüksek. Okuryazar oranı %100.

Dünya basınında ‘‘Erkek Kıtlığının Yaşandığı Ülke’’ olarak adı sıkça geçen, Letonya'da Sovyetler döneminden sonra kapitalizme erkeklere kıyasla daha iyi uyum sağlayan kadınlar daha iyi eğitimli ve ortalama ömürleri daha uzunmuş. Ancak bu durum aynı zamanda Leton kadınların eş bulmasının çok zor olması anlamına geliyor. Erkekler erken yaşta ölüyorlar Letonya'da erkeklerin doğum oranı kadınlardan daha yüksek. Ancak erkeklerin ortalama ömrünün kadınlara kıyasla daha kısa olması, yetişkin kadın oranının erkeklerden yüzde 8 daha fazla olmasına yol açıyor. Kadınların ortalama yaşam süresi ise erkeklerden 11 yıl daha fazla. Cinsiyet dengesizliği 30-40 yaşlarında ortaya çıkıyor çünkü bu yaş grubundaki erkeklerin ölüm ihtimali kadınlara göre üç kat fazlaymış. 20 yıl önce kapitalizme geçmesinin erkekler üzerinde ekonomik anlamda büyük baskı yarattığını söyleniyor. İşsizliğin yüzde 20'ye çıkmasına yol açan ekonomik kriz bu baskıyı daha da artırıyor. Sonuçta resmi verilere göre intihar oranları yüze 16'ya çıkmış. Bu Avrupa Birliği içindeki en yüksek oranmış.
 
Paraları oldukça değerli harcamalarınızı yaparken buna dikkat etmenizi öneririm. Eğer hala paranız kaldıysa. Tüm Baltık ülkelerinde her yerde göreceğiniz amber(kehribar) taşından yapılmış hediyelik eşyalar alabilirsiniz. Sokak satıcılarından lüks mağazalara kadar her yerde bulabileceğiniz Amber, Leton tarihinde rol almış ve Leton kültürel kimliğinin temel parçası olmuş. Eski zamanlarda Letonya'nın Baltık Denizi kıyılarında bulunan amber altın kadar değerliymiş. Mısır, Yunanistan ve Roma İmparatorluğu kadar uzak diyarlardan gelen tüccarlar kadar Vikingler tarafından da ilgi görmüş. Bu da Letonya ve Kara Deniz arasındaki Kehribar Yolu'nun gelişmesini sağlamıştır. Diğer taraftan Letonlar kendi Baltık Denizlerini Amber Denizi (Dzintarjūra) olarak da adlandırmaktadırlar ve amberi en değerli kültürel sembollerinden biri olarak kabul etmekteler. Diğer değerli ve yarı-değerli taşların aksine Baltık amberi (süksinit) fosilleşmiş organik çam sakızından meydana gelir. Geleneksel olarak tılsım, pandantif, broş, düğme, kolye ve süs takılarının karmaşık parçalarını yapmada kullanılmıştır. Vücut ısısını emmesi ve süksinik asidin varlığı amberin Letonlar tarafından tıbbi malzeme yapımında kullanılmasını da sağlamıştır. 2007'de bir Leton bilim adamı, gelişmiş tıbbi uygulamalarda kullanılmak üzere amberden ileri teknoloji dişli ve kumaş yapımını keşfetmiştir. Bu da moda endüstrisini Baltık Denizinin bu eski doğal kaynağının yeni dekoratif kullanımlarını keşfetmeye yöneltmiştir.

Eski kent, parklar ve pazar yerlerini ve güzel mimarisiyle donanmış cadde ve sokakları dışında yapılabilecek başka seçenekler de var Riga’da. Nehirde yapacağınız bir saatlik tekne yolculuğuyla nehirden kent manzarasını izleyebilir, ya da bu küçük kentteki 20 farklı müzeden dilediklerinizi gezebilirsiniz. Kent yakınlarındaki Açıkhava Etnografya Müzesi’nde Letonya’daki çiftlik yaşamına, değirmenler, balıkçı köyleri, kiliseler ve çeşitli el sanatları mekânları arasında yaşayarak tanıklık edebilirsiniz.

Tablo tadındaki güzel Riga’yı hala görmediyseniz acele edin çünkü hayat çok kısa. Türkiye’de tesadüfen yaşadığımızı düşünürsek güzellikleri yakalamak ve görmek için zamanımız çok az.

2 yorum:

Klio'nun Şarkısı dedi ki...

Ne güzel, ne ayrıntılı bir yazı olmuş. Oğlum Tallin'de okumaya başladı bu sene. Riga'ya gittiğimizde bu yazı rehber olacak bana:)

salvatore dedi ki...

Çok teşekkür ederim oglunuza başarılar diliyorum yazımın gezginlere faydalı olması beni mutlu eder sevgiler ve saygılar