25 Temmuz 2008 Cuma

GÜNEŞİN, GÜLLERİN VE ŞÖVALYELERİN ADASI RODOS

Rodos denince akla gelen iki şey; Rodos Şövalyeleri ve Rodos Heykeli. Şimdi buna üçüncüsünü ekleyeceğim, Güneş adası (yılın 300 günü güneş aldığı için bu adla anılıyor). Mitolojik tanrıların Rodos adasını, denizin içinden güneş tanrısı "Helen" için yaratıldığına inanılan birçok efsane bulunmakta. En inanılanı ise; Rodos’un tanrılar tarafından denizin dibinden çıkarıldığıdır. Şair Pindar ise şiirinde ada Güneş Tanrısı Helios ve Rhode su perisinin birleşiminden doğmuş. Adadaki şehirler onların 3 oğullarının isimlerini almış diye yazar.Bir diğer rivayette rodos gülü denen Rhoda çiceğinden aldığı söylenir. (Rhoda: adaya özgü pembe çiçeğe denir. Helios: Antik Yunan’da, Hyperion ve Theia ’nın oğlu olan Güneş Tanrısı olup yüzü Apollon ’a benzemektedir. Bazen sadece baş kısmına, bazende çıplak olarak tüm vücudu elinde bir küre tutarken ya da quagria içinde gökyüzünde olarak özellikle Rodos sikkelerinde rastlanılmaktadır.)
Mızrak ucuna benzeyen ada UNESCO tarafından “kültürel miras” olarak koruma altına alınmıştır. Ada Yunanistan’a bağlı 12 adanın en büyüğüdür. Doğusunun Akdeniz'e batısının, Ege denizine kıyılarının olması sayesinde 300 gün güneş alan ada deniz tutkunlarının gözdesi durumda. Adanın dört bir yanında denize girilebiliyor olması , şehrin kuzey doğusunda yer alan "Elli Plajı" ve Batı tarafındaki "Ixıa Plajı" mavi bayraklı plajlarının varlığı ayrıca birçok dalış merkezinin de bulunuyor olması deniz sevenleri Rodos’u uğrak bir yer haline dönüştürmüş. Adaya yaklaştıkça Rodos şövalyelerinin izlerini görmeniz mümkün. Osmanlı’nın rodos için söylediği sözü hatırladım "güneşin, güllerin ve şövalyelerin adası”. Evliya Çelebi'i ise "Çok memleketler gördüm, böylesine rastlamadım" dediği Rodos'un surları karşılıyor bizi. Surlar kenti koruma görevini hala sürdürmekte. birazdan bu surlarla gizlenmiş saklı bir güzelliği keşfedecek olmam fikri hoşuma gitti. Bu surlar Eski Şehir’e aitti. Ortaçağa ait 6 kapıdan oluşan bir kalenin içine kurulmuş. Surların içine girdiğimizde ise sarı taştan yapılmış yapılardan oluşmuş dar sokaklar şövalyeleri hissedebileceğim kadar tarihselliğini korunmuştu. Eski ve antik kent ya da harabelerde gezerken hep aklıma burada kimler yürüdü ve yürürken neler konuştular diye düşünürken giysileride gözümde canlanır daima. Sandaletlerini giymiş uzun kostümleriyle gezerken, sokaklardaki sessizliği bölen giysi hışırtılarını ve atlı şövalyelerin atlarının yürüyüş nağmelerini duyar gibiyim. Yüzyıllar önce yaşanmış olayların konuşulduğu dar sarı sokaklarda gezmek beni başka boyuta taşıdı.
Şimdi de Şövalyeler Sokağı’ndayım, Bu sokakta ilerlerken şövalyeler zamanında başka ülkelerden gelen şövalyelerin konaklaması için yapılmış olan han müzeye çevrilmiş haliyle karşımıza çıktı. Arkeoloji müzesi ise eski zamanlarda şövalyelerin hastanesiymiş şimdi ise eski eserleri sergiliyor. Müzede en çok dikkat çeken ise izleyenleri çevresinde uzun süre toplayarak hala en cazibeli ve çekici kadın olduğunu herkese ispat edercesine duran Anadolu uygarlığının tanıdık yüzü Aphrodite Heykelinin büyüsüne bizde kaptırdık kendimizi. Sokaklardaki keşfimiz devam ederken bu kez karşımızı bir meydan çıktı ""Ippocratous Meydanı'nda" ortada bir çeşme vardı. Dört bir yanı kafeler, barlar, tavernalarla çevrilmiş ve oldukça hareketliydi. Eski Çarşı'nın içinde alışveriş yapmak için birçok yer bulabilirsiniz. Hediyelik eşya satan dükkanların bulunduğu ünlü cadde Sokrates Caddesin’deyiz şimdi de Buradaki alışverişim Yunanistan’da müziğini ve sesini tanıyıp çok sevdiğim Notis Sfakianakis’in albümünü almamızla son buldu. Dar sokaklarda kaybolmaya devam ettik. Adanın yeni şehir kısmı da bulunmasına rağmen tercihimiz tabiki eski şehirde dolaşmak. Burda da Osmanlı izlerini bir camiyle bulmak. Bizden bir şeyler bulmak ve görmek hoştu. Osmanlı, Rodos'ta tam 389 sene hüküm sürmüş. Rodos’ta, Osmanlı döneminde üç adet Türklere ait vakıf, içinde 900 cilt el yazması kaynak kitabın bulunduğu bir kütüphane, üç adet hamam, on iki adet abidevi Osmanlı çeşmesi, ve çoğu Sultanların namaz kıldığı yirmisekiz adet camii olduğunu sonradan öğrendim. Osmanlı izlerinin de en çok rastlandığı ada olarakta litaratürde yerini almış. Bunlardan kaçı kalmış yada neye dönüştürülmüş bilemem ama benim görebildiğim tek yer bu camiydi. Rodoslular birkaç tane daha eserin olduğunu söylediler. Bizimde gemiyle adaya yaklaşırken gözümüze çarpan cami minareleri vardı.Rodostaki keşfimiz büyük keyifle devam ederken edindiğimiz bilgiler doğrultusunda Faliraki Bölgesi’ni öğrenmiştik. Rodos Adası'nın 15 kilometre kuzeyinde kalan eskiden bağ ve bahçe olan bu yer şimdi güzel plajlara ve eğlence ağırlıklı turistik bir bölge haline dönüşmüş. Faliraki'den yapılan bir çok tekne turu güzel koyları gezmekteydi. Bu geziler sırasında en çok ilgiyi çeken koy’un "Antony Quinn Koyu" olduğunu öğrenerek gereksiz bir bilgi edindik. Burayı zamanımız kalırsa gezeriz deyip rotamızı Lindos Bölgesi’ne çevirdik. Lindos adanın doğusunda yer alan Rodos adasının üç büyük kasabasından biridir. Bölge ziyaretçiler tarafından çok fazla ilgi görmekte. Beyaz evleri, dar sokakları tepede bulunan kalesi ve bu kaleden görülen şehir manzarası ile turistlere hitap eden çok gözde bir yer konumunda. Kaleye ulaşmak için eğlenceli seçeneklerden bir tanesi ise eşekler sırtında yolculuk yapmaktı ama biz yürümeyi tercih ettik. Yukardaki manzarayı izlerken dinlenmek bize iyi gelmişti. Görmek için sabırsızlandığım başka bir yerde Kelebekler Vadisi’ydi Binlerce kelebeğin bir arada bulunduğu rengarenk bir yerdi. Kelebeklerin renkleri sizi büyüleyecek türdendi. Kelebeklerin kanatlarını ve renklerini izlemekse anlatılamıyacak kadar güzel bir keyifti ama ömürlerini düşününce bu güzellik uzun yaşamalı bir günlük ömrü olmamalı diye düşünüp çirkinliklerin birgünlük ömrü olması gerektiğini dileyerek ordan ayrıldık.
Şimdi Rodos’a ilk ayak bastığımız yere döndük Mandriaki Limanı’ndayız. Burası bizim için ve herkes için önemli bir yer. Nedenmi? Dünyanın 7 harikasından biri olan Rodos Heykeli’nin bulunduğu liman. (Rodos Heykeli, M.Ö. 281-280 yılında yapılan 32 metre yüksekliğinde, demir ve taşla desteklenerek bronzdan yapılmış heykel, elinde bir meşale tutuyordu. Rodoslular tarafından Güneş Tanrısı [Helios]'a ithafen yapılmıştır. Yapılışından yok oluşuna kadar yalnızca 50 yıl geçmesine rağmen yapımı 12 yıl süren bir heykeldir. Bir ayağı limanın bir ucuna, bir ayağı bir ucuna uzanırmış ve Mandriaki Limanı'na gelen gemiler bu heykelin ayaklarının arasından geçerek girerlermiş şehre. Rodoslular bu heykelin kendilerini ve adayı koruduğuna inanırlardı. Bu nedenle her yıl "Helicia" denilen şölenler düzenler, bu heykelin dibinde dört atlı bir arabayı denize atarlardı. İnanışlarına göre, Helios böyle bir arabayla dünyayı dolaşarak insanları gözetlerdi. Fakat bu heykel M.Ö.226 yılında bir deprem sonucunda en zayıf noktası olan dizinden kırılmış. Rodoslular, Firavun Ptolemy III Eurgetes’den restorasyon için yardım teklifi aldılarsa da, bir kâhine başvuruldu ve yardım reddedildi. Neredeyse 900 yıl boyunca heykel harabe halinde kaldı. 654 yılında Araplar Rodos’u feth ettiler. Heykelden kalanları Suriyeli bir Yahudi’ye sattılar. Söylentiye göre bütün parçaları Suriye’ye 900 devenin sırtında taşınmıştır.) Bu bilgiyi verdikten sonra benim büyüklüğünü ve konumunu görmeden kavrayamadığım rodos heykelini şimdi artık canlandırabiliyordum. Keşke bugünlere kalabilseydi. (Burda bildiğim birşeyi sizle paylaşmak istedim Fransız heykelci Auguste Bartholdi, Rodos Heykeli'nden esinlenerek modern dünyanın en çok tanınan ve en büyük ülkesini simgeleyen heykelini yaptı; New York'taki Özgürlük Heykeli'ni. her iki heykel de özgürlük adına yapılmış.) Şimdi Rodos Heykelinin yerinde ne var diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Adanın Rodos geyiğinin anayurdu olduğunu söylersem, artık Tahmin etmeniz zor değil sanırım. Rodos Heykeli'ni simgeleyen ve heykelin ayaklarının olduğu yerlerde bulunan iki sütunun üzerlerinde karşılıklı duran "Elefos" ile "Elafina" isimlerinde bir dişi bir erkek, iki geyik heykeli bulunuyor.Bu şirin ve güzel adadan ayrılırken, bu küçük adada yaşananların aslında hiç bu kadar küçük olmadığını öğrenmiş oldum. (Malta Şövalyeleri ,Rodos Şövalyeleri ya da St. Jean Şövalyeleri adıyla anılan 11. yüzyılda kurulmuş bir şövalye tarikatıdır. Katolik bir yardım derneği olarak günümüze kadar ulaşmış olan bu tarikat tarihin bazı dönemlerinde bağımsız bir devlet olarak güçlü bir ordu ve donanmaya sahip olmuş Avrupa, İslam ve Osmanlı tarihi'nde büyük izler bırakmıştır. Kudüs'teki St. Jean Kilisesi yakınında bir dinsel dayanışma örgütünce hasta hacıların tedavisi amacıyla işletilen hastanenin gelişmesiyle ortaya çıktı.1099'da Haçlıların Kudüs'ü fethetmesinden sonra, hastanenin başrahibi Gerard Kudüs'teki çalışmalarını yoğunlaştırdı. Provence'lılarla İtalyanların Filistin yolu üzerindeki kentlerinde hanlar kurdu. Hastanede tedavi gören bazı haçlı şövalyeleri mallarının bir bölümünü buraya bağışladı; bazıları ise Kudüs'te kalıp hastanede kalıp hastaneye hizmet ettiler. Böylece zenginleşen hastane, hasta ve yoksullara hizmette olduğu kadar Müslümanlara karşı savaşta da etkin olan zengin ve güçlü bir kurum durumuna geldi 1309'da Rodos'u ele geçirdiler. Burada bir hastane kurup adayı bağımsız devlet gibi yönettiler. Doğu Akdeniz'de güçlü bir donanmaya sahip oldular.1522'de Osmanlı Rodos'u fethetti, ama 1530'da Kutsal Roma Germen İmparatoru V. Karl, Malta Adasını tarikata bağışladı. Şövalyeler Osmanlı saldırılarına karşı direnerek donanmalarını güçlendirdiler ve gelişmiş bir hastane kurdular; en parlak dönemlerini burada yaşadılar. Osmanlı tehdidinin azaldığı 17. ve 18. yüzyıllarda tarikat da giderek zayıfladı. 1798'de Malta adası Napolyon Bonapart'ın eline geçti. Tarikatın merkezi 1834'te Roma'ya taşındı. Malta Tarikatı günümüzde egemen bir devletçik statüsü taşımaktadır. Birleşmiş Milletler'e gözlemci olarak katılmasına karşılık kendine ait topraklardan yoksundur. Kendini tarafsız ve insancıl bir yardım kuruluşu olarak tanımlayan tarikatın (aralarında Türkiye'nin olmadığı) 96 ülkeyle diplomatik ilişkisi vardır.)

Hiç yorum yok: