26 Ağustos 2008 Salı

BARIŞI BEKLEYEN KENT KUDÜS


Kudüs; İbranice Jerusalem, Arapça da ise el kuds olarak geçen mistik kent İsrail devleti toprakları içinde yer alır. Şehrin tarihi milattan önce 4000'lere kadar gider ki bu da Kudüs'ü dünya üzerindeki en eski şehirlerinden biri yapar. Tarih içinde 32 defa yakılıp yıkılan kutsal şehir, Üç büyük dinin önemli merkezi konumunda olması yüzünden nice savaşlara sahne olmuş ve şehir çok defa el değiştirmiştir. Kimler gelmiş, kimler geçmiş ama Kudüs dünya dinler tarihinin başkenti olmaya devam etmiş ve etmeye de devam edecek gibi görüyor.

Kudüs’ü M.Ö. 1000 dolaylarında Hz. Davut ele geçirerek krallığının başkenti yaptı. Oğlu Hz. Süleyman Kudüs'ü genişleterek Beytü'l Makdis adıyla ünlü Birinci Mabet’i inşa ettirdi. Kudüs, Hz. Ömer döneminde Müslümanlarca fethedildi (638). Kent, 969'da Fatımilerin eline geçti. Haçlılar 1099'da kenti istila ederek burada Kudüs Krallığını kurdular. Müslümanların kente girmelerini yasaklayan Kudüs Krallığı 1187'de Selahattin Eyyubi tarafından yıkıldı. 13. yüzyılın ortalarında Yahudiler yeniden Kudüs’e dönerek kendi mahallelerini kurdular. 1517'de Yavuz Selim'in fethiyle Kudüs'ün 400 yıl süren Osmanlı dönemi başladı. Dünyanın dört bir yanına dağılmış bulunan Yahudiler 19. yüzyıl başlarında Filistin topraklarına geri dönmeye başladılar. 1. Dünya Savaşı'nda, 1917 yılında İngilizlerin eline geçti. 1947'de İngiltere'nin işgal yönetimine son vermesiyle, BM Genel Sekreteri'ne bağlı bir kent ilan edilmiş. Yani Kudüs, aslında uluslararası bir şehir, ne İsrail'e, ne de Filistin'e aitmiş. Sadece kâğıt üzerinde kalan bir gerçek. Asırlar öncesinden, bütün dinlerin ve yarattığı peygamberlerin birer adım arayla yaşadığı tek toprak parçası olmasına, üzerinde yazılan bütün kutsal kitapların günah saymasına rağmen, çatışmaların odağı konumunda..

Gündemden hiç düşmeyen çoğu insanın görmek istediği ve dinsel vazifelerini yapmak için olanaklarını zorladığı kutsal kenti bende görmek istedim. Orayı gören arkadaşlarımdan duyduğum ‘tek söz çok etkileyici bir kent mutlaka görmelisin’ sözüydü. Onları dinledim yol arkadaşım daha önce Kudüs’ü görmüştü. Benimde görmemi sağlamak için tüm imkânlarını kullandı. Ürdün üzerinden İsrail sınırlarına girdiğimizde ilginç bir heyecan kapladı. İlk giriş için işlemlerinizi yapmak için otobüsten indik. İsrail gümrük polisinin Türk olduğumu anlamasının ardından tebessüm ederek İngilizce bilip bilmediğimi sordu arkadaşım devreye girerek bildiğini belirtmesi üzerine ‘Türkler İngilizce bilmiyorlar neden’ diye sordu. Bu saptamaya üzüldüm. Ama arkadaşım, polisin Türk olduğumuzu duyduktan sonraki sıcak ve cana yakın tavrının nedenini sorduğumda ise Osmanlıların Kudüs’te uzun yıllar boyunca tüm dinlere gösterdiği saygı ve hoşgörüsünü, Yahudilerin Kudüs’e dönerken geçtikleri Anadolu topraklarında yardım görmelerini ve en önemlisi Yahudiler için çok önemli olan Ağlama duvarının onarılmasını sağladıkları için Türk halkının sevildiğini belirttiğinde ise sevindim. Yahudilerin, biz Türkleri sevdiklerini Kudüs’ü gezerken de gözlemlemeniz mümkün.
Artık Kudüs sokaklarındaydık. İlk olarak. Türk kültür merkezine gittik. Amacımız konaklama konusunda yardım almaktı. Konaklama sorunumuz yardımları sayesinde kısa zamanda hemen çözümlendi. Bu ziyaretin en güzel yanı ise kültür merkezinde Türkçe öğretmekle görevlendirilmiş olan meslektaşımız Ahmet’le karşılaşmamızdı. Bu bizim için büyük şanstı. Kudüs hakkında güzel bilgileriyle tam bir turist rehberi gibi kenti gezdirdi.

Ahmet, ilk görmemiz gereken yerin Zeytin Dağı olduğunu belirterek oraya doğru hareket ettik. Dağ Tevrat'ta ve İncil'de bahsi geçen bir tepe. Tepenin en önemli özelliği ise İsa Peygamber’in son yemeğini yediği ve yakalanıp çarmıha geriliş öyküsünün başladığı yer. Zeytindağı’nın tam karşısında tüm görkemiyle Eski Kudüs ve ilk dikkati çekense tabiî ki altın rengi kubbesiyle Kubbet-ül Sahra. Zeytindağı’nın hemen dibinde ise Yahudi Mezarlığı bulunmakta. Hikâyesi ise; Yahudiler, Kıyamet günü Mesihin döneceği ve son yargının yapılacağı yer olduğuna ve Mesih inince, Sırat Köprüsü'nün bu mezarlıktan başlayacağına ve Eski Şehir'de biteceğine inanıyorlarmış. (Mesih yağlanmış demek. Eskiden İsrail kralları tahta çıkınca yağlanırlarmış. Mesihin ilk kral olan Davud’un soyundan geleceği söyleniyor). Bu nedenle "Cennete gitmek isteyen" bütün Yahudiler, bu mezarlığa gömülmeyi vasiyet ediyormuş. Bu nedenle mezarlığın fiyatı arttıkça artmış. Tepeden bakarken irili ufaklı bir sürü kilise görünmekteydi. Bunlardan biri kremlin sarayının kopyası gibiydi. Rusya’ya ait olduğunu anlamak zor değildi. Ahmet’in bize aktardığı şey, burada her ülkenin bir kilisesinin bulunduğu ve asılı olan bayrakları sayesinde hangi ülkeye ait olduğunun anlaşıldığıydı. Kudüs gerçekten de birleşmiş milletler gibiydi.

Şimdide uzaktan izlediğimiz Eski Kudüs’e doğru gidiyoruz. Eski kenti çevreleyen 8 kapı bulunmakta. Bir tanesi kapalı, taşla örülmüş. Zeytindağı’na bakan bu kapıya altın kapı deniliyor, Mesihin bu kapıdan şehre gireceğine inanılıyor. Eski Şehir, 1982'de tehlikedeki Dünya Mirası Listesi'ne alınmış. Eski Şehir geleneksel olarak Ermeni, Hıristiyan, Yahudi ve Müslüman Mahalleleri olmak üzere dört bölgeye ayrılmış durumda.

Eski Kudüs surların içindeyiz. Herkesin Kudüs’ten çok etkilendiğini duymuştum. Bende aynı şeyleri hissedeceğimi umuyordum. Kudüs’ü ilk gördüğümde göz ardı ettiğim bir gerçeği fark etmiştim ama surlardan içeri girdiğimde daha da fazla fark ettim. Herşey bildik ve tanıdıktı. Konuşulan dil zaten anadilimdi, dükkânlar, dar ve labirent sokaklar, mimari ise Arap mimarisiydi ve Mardin’inin aynısıydı. Ben Kudüs’te değil de, Mardin sokaklarında yürüyor gibiydim. Hatta Mardin’in ünlü Abbara’larını bile görmek mümkündü.(Arapça geçit tünel anlamına gelen, üstü bir evin odası ya da bir bölümü olan sokakları birbirine bağlayan geçitler). Biraz ilerledikçe Mardin’den farklı insan tipleri görmeye başladım. Hızlı hızlı yürüyen, siyah giysili, uzun zülüflü ve farklı kippa ve şapkalara sahip Yahudiler, beyaz entarili ve agelli Araplar, beyaz başörtülü Arap kadınlar, saçlarını bir boneyle kapatan ve sadece yüzleri ve elleri açıkta kalan dindar Yahudi kadınlar, ellerinde en son teknoloji ürünü silahları ile kadınlı erkekli İsrailli asker ve polisler, dünyanın dört bir yerinden, hac vazifesini yerine getirmek için gelmiş, Hıristiyanlar ile ağlama duvarı ziyareti için gelmiş, Yahudiler, birbirine çarpmadan kutsal mekânlarına doğru hızlı hızlı akıyorlardı. Hıristiyanlara Mardin’den dolayı alışıktım ama simsiyah takım elbiseli ve uzun zülüflü Yahudiler, benim için yeni yüzlerdi.

Yahudiler için önemli bir mekâna doğru ilerliyorduk. X-ray cihazından geçtikten sonra en çok merak ettiğim yere Yahudilerin batı duvarı, Hıristiyanların Ağlama duvarı olarak adlandırdıkları mekâna gelmiştik. Uzunca bir yazı gözümüze ilişti. İbadet yerine uygun giysilerle girilmesi gerektiğini anlatan bir uyarı yazısı. Biz bu giysi engelini aşmıştık. Benim için bu mekân en çok ilgimi çeken yer oldu. Dinleri ve ibadet şekilleri hakkında hiçbir şey bilmediğim bir dinin kutsal mekânındaydım. İlk gördüğüm Kubbet-ül Sahra'nın ve mescidi Aksanın duvarın hemen arkasında olması ve Müslümanlarla Yahudilerin kutsal mekânlarının yan yana ve aynı duvarı kullanıyor olmaları, insana şunu düşündürüyor. Aslında maddesel olarak bu kadar yakınken, ruhen birbirlerinden bu kadar uzak olmaları şaşırtıcı ve düşündürücü üstelik Jerusalem’in İbranice anlamı barış toprağı anlamına geliyorsa bu daha da düşündürücü.
Süleyman peygamber tarafından Kudüs’te yaptırılan ve MÖ.588 yılında Babilliler tarafından yıkılan Birinci Tapınağın yerine, Yahudiler MÖ 537 yılında Babil’i yıkan Perslerin izniyle 2. Tapınağı yaparlar. Bu tapınak da MS.70 yılında Romalılar tarafından yıkılır ve içindeki değerli eşyalar yağmalanarak Roma'ya taşınır. Bu ikinci tapınağın batı duvarı sağlam kalır ve Yahudilerce kutsal kabul edilir.Osmanlılar şehri aldığında bu duvarın yıkık kısımlarını tamir ettirerek sağlamlaştırır. yahudilerin bir zamanlar yıkılan kudüsteki kutsal tapınaklarının bir duvarı olduğuna inandıkları ve önünde ağlayarak yıkılan tapınaklarının yasını tuttukları Ağlama Duvarı bir paravanla ikiye bölünmüş. Erkekler solda tarafta kadınlar ise sağ tarafta ibadet ediyorlar. Duvarın dibinde bazıları sandalyede oturarak, büyük bir kısmı da ayakta, bir sürü kişi hızlı hızlı sallanarak, ağlayarak dualar ediyor ve Tevrat (Ahit) okuyorlar. Duvar oyuklarına dilek kâğıtları sıkıştırılıyor. Bu dilekler, Kudüs baş hahamı tarafından belli günlerde bu kâğıtları duvar deliklerinden alıp Zeytin Dağı’na gömüyor. Tanrı’nın mektupları oradan alıp okuduğuna inanıyorlar. İbadetlerini bitirdiklerinde ise kutsal mekânlarını arka arka giderek, sırtlarını duvara dönmeden çıkıyorlar. En çok dikkatimi çeken ise, siyah giysili takım elbiseli Uzun bukleli ya da örgülü zülüfleri bulunan, değişik siyah fötr şapkalar giyen aşırı dindar Yahudilerdi. Şapkalarının farklılığı da mezheplerini simgeliyormuş, Aşırı dindar Yahudi kadınlar ise kalın siyah çorap, siyah elbise ve saçlarını göstermeyecek şekilde siyah eşarp ya da bone kullanıyorlar. Birde normal giysiler içerisinde kippa kullanan Yahudilerinde sayısı bir hayliydi (Yahudilikte ibadet ederken giyilen bir çeşit küçük takke olan Kippa’nın anlamı milattan önce ikinci yüzyılda, Talmut’a göre Tanrı’ya yakarmak için inananların liderliğini yapan başrahibin giydiği başlıktan geliyor. Ayrıca Yahudilerin hem ‘Tanrı korkusu’, hem de ‘Tanrı daima üzerimizdedir’ inancını yansıtıyor. Bir yazılı kaynağa göre ise; Yahudiler, başın tepesini insan zekâsının özünü koruduğunu düşündükleri için örtüyorlar).

Sıra duvarın diğer tarafına, İslam inancında oldukça önemli yerleri olan, Mescid-i Aksa ile Kubbet-ül Sahra‘nın gezilmesindeydi. İlk önce israil polisince müslüman olup olmadığımız elhamdı okumamız istenerek, test edilmek istendi. Buna çok şaşırdık. Arkadaşımın ters ve kendinden emin tavrı sayesinde müslüman olmayan biri tarafından test edilme durumu bertaraf edildi. Daha sonra ise ürdünün sorumluluğunda olan mescid-i Aksa’nın sınırlarından içeri girebilmek için islami kurallara göre çantamızdan çıkardığımız giysileri kuşandık.


Beni ilk karşılayan Kubbet-ül Sahra'nın dış görünüşün görkemiydi. altın kaplı kubbesi ve Osmanlı çinisi kaplı duvarları etkileyiciydi. 691 Senesinde Emevi Halifesi Abdülmelik, Hz. Muhammed'in miraç esnasında atı Burak'a binerken ayağını basmış olduğu varsayılan taş üzerine Kubbet-ül Sahra adı verilen binayı yaptırmıştır (Anlatılanlara göre, Hz. Muhammed göğe yükselirken bu taş da kendisi ile birlikte yükselmeye başlamış. Hz. Muhammed'in "Ey taş, sen dur" demesi üzerine taş havada asılı kalmış. Taş ‘Muallâk Taşı’ olarak bilinmektedir).Giriş kapısı üzerinde ve etrafında yer alan, 1929 lerde Mimar Kemalettin tarafından çoğu yenilenen çinilerin yapımı Kanuni zamanında İznik’ten gönderilen çini ustaları tarafından Kudüste gerçekleştirilmiş. İçeriyi gezerken arap ülkelerinde bildik ve tanıdık bir sahneyle karşılaştım ibadet edenden çok, dinlenen ve uyuyan insanların çokluğu.

Mescid-i Aksa ise;
Kudüs şehrinde bulunan Müslümanların ilk kıblesidir. Türkçede "En Uzaktaki Cami" anlamına gelir. Mescid-i Haram'dan sonra yapılan eski mescitlerden biridir. Hz. Peygamberin Mescid-i Haram’dan Burak ile götürüldüğü bu yerin Hz. Süleyman tarafından yaptırılmış bir mabet olan Kudüs’teki Beyt-il Mukaddes" dir. Zaman içinde bu mabet tahribata uğramıştır. Daha sonra Emevi Halifesi Abdülmelik tarafından Kubbet-ül Sahra yanında Mescid-i Aksâ’yı inşa ettirmiştir. Şüphesiz Kudüs’ün ve özelde de Harem-i Şerif alanının İslamiyet’teki öneminin en özel sebebi Miraç olayının burada gerçekleşmiş olmasıdır. Bu gecede Hz. Peygamber Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya getirilmiş, oradan da tanrı katına çıkarılmıştır. Yahudilerin inancına göre Mescid-i Aksa; onlarca kutsal sayılan Süleyman Mabedi’nin bulunduğu yere yapılmıştır. Yahudilerin en büyük emeli ise, Mescid-i Aksa’yı yıkıp yerine Süleyman Mabedini yeniden inşa etmektirmekmiş. İşte Kudüs’teki çekişmelerin temeli de buna dayanmaktaymış. Caminin mimarisi gösterişten uzak, oldukça sade bir yapıya sahip ama tarihçesi çok daha etkileyici ve düşündürücü. Kudüs’te dinler ve inançlar, bu kadar iç içeyken ve ayrılamazken ‘kavgalar niye?’ sorusunu bir kez daha sorma gereği hissettim. Üstelik yaşam bu kadar kısa ve yaşanılası nice güzellik varken. Eski Kudüs’te gezerken hissedeceğiniz tek şey. kokular, diller, sesler, renkler burada her şey apayrı ama her şey iç içe. Yani kısaca birbirine bağlı hayatlar.

Şimdiki durağınız Hıristiyanlar için önemli bir mekân Kıyamet Kilisesi (Holy Sepulcher). İsa Peygamber’in çarmıha gerildiğine inanılan yere inşa edilmiş. Kilisenin ilk girişinde Hz. İsa’nın çarmıhtan indirilip yıkandığı varsayılan taşın etrafı iğne atılsa yere düşmeyecek şekilde kalabalık. Taşı öpenler, ağlayanlar, getirdikleri suları, tespihleri, kutsal kitapları taşa sürerek İsa’dan mucize almaya çalışanlar adeta transa geçmiş durumdalar.birkaç kare çekip ibadet eden insanları rahatsız etmemek için dışarı çıkıp dinlendik. Ahmet bize bir merdiven göstererek öyküsünü anlattı. "Ortodoks, Katolik ve Ermeni mezheplerinin ortak olarak kullandığı Kıyamet Kilisesi'nin temizliğini yapmak Hıristiyanlar için büyük sevaptır. Öyle ki zaman zaman, rahipler arasında kiliseyi kim temizleyip büyük sevabı diye kavgalar çıkarmış. Osmanlı bunun üzerine bir fermanla, kilisenin merdivenlerini temizleme hakkını Ortadokslara, avluyu temizleme hakkını ise Katoliklere vermiş. Ancak zamanla betonun aşınması üzerine kilisenin son basamağı avlu ile birleşmiş. Bu durumda kimin nereyi temizleyeceği yine kavgaları başlatmış. Sultan, 1852'de hemen bir ferman çıkarmış "Kutsal mekanlara ben geleceğim, milimi milimine kimin nereyi temizleyeceğini ben belirleyeceğim. Bundan sonra bir taşı yerinden oynatan kafasını yerinden oynatırım. Biline ..." Fermanın kilise önünde okunması sırasında bir Ermeni papaz da ahşap bir merdiven üzerinde kilisenin camını temizliyormuş. Ermeni papazın merdiveni aşağıya indirmesine bile izin vermemişler. İşte o merdiven 1852 yılından beri oradaymış. Benim aklıma gelen sanırım sizinde aklınıza gelmiştir. Onca yıl bir ahşap merdiven nasıl oluyorda çürümeden sapasağlam kalıyor. Mantıklı bir açıklaması mutlaka vardır.

Oradan çıkıp yine dar Kudüs sokaklarında gezmeye devam ediyoruz. Ahmet bir yerde durup duvarda bir rakam gösterdi ve açıklamaya başladı. Hz. İsa’nın çarmıhını sırtında taşıyarak yürüdüğü ve İsa’nın haçı taşırken zaman zaman yere düştüğü noktalara durak adının verildiğini ve Hristiyanlar için önemli haç yerlerinden biri olan Çile Yolu’nu bize anlattı. Durduğumuz yerde bir duraktı. Toplam 14 durak bulunuyormuş. Hıristiyanlar Hz. İsa’nın çektiği acıyı aynen yaşamaya çalışarak bu yolu yürüyorlarmış. Bu açıklama sonucunda Mel Gibson'ın yönetmenliğini yaptığı İsa’nın çilesi adlı filmin bunla ilgili sahnelerini hatırladım. Çile yolunun şu anki halini açıklayayım, Oryantal giysi satıcıları,Kudüs’le ilgili hediyelik eşyalar, yahudiler için önemli yedi kollu şamdanlar (Menorah) arasında, turistlerle satıcıların pazarlıklarının yapıldığı bu sokaklarda, ticari ve ruhani karmaşa içinde Hz.İsa’nın burdan geçtiğini bir düşünün.

Ertesi gün ise Kudüs’ün modern yüzünü görmek için çift katlı otobüslerle gezmeye karar verdik. En üste çıkıp etrafı seyrederek, kulaklıklarla çevremizdeki binalar hakkında bilgileri dinleyerek gezdik. Kudüs’ün modern yüzü tabiki Batı Kudüs yani yahudilere ait olan kısmıydı. Modern alışveriş merkezleri, düzgün yaşam alanları ile modern bir kentleşme hemen dikkatinizi çekmekte. Kulaklıktaki ses güzel bir park içinden girerek, ulaştığımız bir binadan bahsediyordu. Soykırım Müzesi (Holuacast Museum). Kudüste 2 önemli müzeden biriymiş. 2.Dünya savaşındaki soykırımın unutma, hatırla mantığıyla gelecek kuşakların unutmaması hedeflenmiş. Kötü bir geçmiş bu kadar ısrarla hatırlatılmalı mı? neden çocuklar ve gençler kin ile beslensin ki? Burda bu sözü söyleme gereği hissettim. Dünyayı sevgi kurtaracak.

Gezimiz devam ederken ilginç insan görüntüleri de vardı. Kalişinkofları ve silahları ile bir sürü genç kadın ve erkek askerin, kudüs sokaklarında, sanki gezintiye çıkmış gibi gezmesi (askerlik zorunlu kadınların askerlik süresi 2 yıl, erkeklerin ki ise 3 yıl). Otobüs duraklarında beklemesi bana ilginç geldi sanırsınız ki elindeki, masum bir eşya, hatta çanta taşımakta.. Elini kolunu sallayarak çok doğal gezinmeleri şaşırtıcı ve ilginç geldi bana. Bunun yanısıra gezdiğimiz otobüs şoförünün ışıkta durduğu zaman Ahiti okuması, aşırı dindar yahudilerin yürürken ya da beklerken dahi ellerinden hiç bırakmadan Ahiti okumaya devam etmeleri de ilginç gelen görüntülerdi. Batı kudüs’de yahudiler yaşarken, Doğu kudüs’te ise filistinliler yaşamakta. Tabi buna yaşamak denirse. İsrail devletinin yaptığı yüksek duvarlar arasında hapsedilmiş ve sıkıştırılmış hayatlar. Maddi olanaksızlıklar da filistin halkının belini bükmüş durumda. En üzücü yan ise haklarının giderek ellerinden alınması.

Anlamakta zorluk çektiğim şey din adına son verilen hayatlar. Üstelik bütün kutsal kitapların insan öldürmeyi günah saymasına rağmen. Mistik Kudüs’ü gezerken kafamdaki soru işaretler çoğaldı. Tüm dinlerin tanrısı aynı değilmi? Aynı tanrı ve aynı tanrının dinleri. Bu çelişki neden? Burayı özel ve farklı ve kılan dinlerin birarada olması değilmi? peki neden bu güzel özellik yok edilmeye çalışıyor? Sanırım altında yatan gerçek farklı egemenlik savaşı ve güç gösterisi araç ise din. Dünyanın akıl kaçırtmasıyla ünlü tek şehrin Kudüs olduğunu unutmuşum sanırım. Aman tanrım!!! bendeki bu soruların çoğalması Kudüs Sendromu mu acaba? (Kudüs sendromu: Bu şehri ziyaret eden turistlerin kapıldığı bir sinir hastalığı. 6000 yıllık şehrin dini birikimi, insanda öyle bir yoğunluk oluşturuyor ki etkisine giren, aniden kutsal kitaplardaki bir peygamber, özellikle de İncil’deki kişilerden biri olduğuna inanmaya başlıyor. Uyarıları dikkate almanızda yarar var, her yıl ortalama 150 kadar turistin yakalandığı bir sendrom). Tatil için gittiğiniz şehirden bu sendroma yakalanabilme ihtimali var.. Kudüs’teki akıl hastanesinde, bu sendromu yaşamaya başlayanlara ayrılmış özel bir bölüm bile bulunuyormuş. Barışçı, sakin görünen bu insanlar aniden çok tuhaf duyguları ifade edip hareketler yapabiliyorlarmış.İşte bu cümle beni korkuttu, korkmalımıyım acaba? Sanmam Mayam sağlam… Çünkü Kudüs’e benzer özelliklere sahip mistik bir kentinin insanıyım. Dinlerin, dillerin ve ırkların bir arada kardeşçe yaşadığı Mardin’de doğdum ve oranın kültürüyle büyüdüm. İki Şehir arasındaki büyük ve tek fark ise memleketimdeki dinler arasındaki sevgi, saygı ve hoşgörü ortamı barış içinde yaşabilmelerini sağlamış. Kudüs ise görünmeyen ama fazlasıyla hissedilebilen, dinler arası gerginlik Kudüs’ten barışı uzaklaştırmış. Mardin’deki dinlerin kardeşliğini Kudüs’te görmek dileğiyle.

Dili, Dini, Irkı Yüzünden Öldürülmeyen Ve Farklılıkların Suç Olmayıp, Zenginlik Olduğunu Kavrayan Bir Dünya Diliyorum.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

yazınız muhteşem olmuş.. Nette gezinirken tesadüfen buldum ve çok yararlı bilgiler edindim. Umarım ben de birgün kudüsü görebilirim. Sevgilerle...